9 Ocak 2010

Avatar

Avatar'ı izleyeli epey oldu ama bir türlü oturup da aklımdakileri yazamadım. Benim kendi çevremdekiler filmle ilgili olarak üçe ayrılmış durumda: (1) İzleyip beğenenler, (2) İzleyip beğenmeyenler, (3) Filmin çok "trashy" olduğuna inanıp izlemeye değer bulmayanlar.

Filmle ilgili yadsınamayacak bir durum var: Sanat yönetmenleri gerçekten de harikalar yaratmış. Eğer siz de internette dolaşan kamera arkası görüntülere göz attıysanız, filmin nasıl çekildiğini az çok görmüşsünüzdür. Kamerayla elde edilen o görüntülerden böylesine güzel görsel görüntüler yaratabilmek kolay bir iş olmasa gerek. İnsanların bilgisayar yardımıyla yaratıldığını bildikleri halde Pandora'nın o masalsı güzelliğine sanki gerçek bir doğa harikasıymış gibi hayran kalmaları da bu insanların yaptıkları işte ne kadar başarılı olduklarının bir kanıtı değil mi? Oyuncuların yüz mimiklerini kaydeden küçük kameralar kullanılması da Na'vi karakterlerini izleyicinin gözünde daha da gerçekçi bir hale sokmuyor mu? Kısacası filmin görselliğine, inandırıcılığına diyeceğim hiçbir şey yok.

Ama!

Konusuna gelince işler biraz değişiyor. Filmde iki "varlık" grubu var: Birincisi her gittiği yere kötülükten başka birşey götürmeyen, bütün dengeleri bozan, yok eden insanoğlu. İkincisi ise insanoğlunun tersine doğa ile kendi hayatı arasında bir denge kurmuş, tabiatın gücüne inanan, onu koruyan yerli halk Na'viler. Bir tarafta güçlüler, teknolojinin en son halini kullanan modernler/medeniler, (aralarında birkaç iyi kalpli kişi bulunan) kötüler. Diğer tarafta vahşiler, medeniyetin ehlileştiremediği varlıklar, güçsüzler, iyiler. Kötülerin gerekli bilgileri toplamak için Na'vi toplumu arasına soktuğu Avatar'lar var bir de. Jake Sully işte bu noktada oyuna dahil oluyor. Kötürüm kalmış bir asker o. Ölen ikiz erkek kardeşinin Avatar'ını kullanmaya başlıyor. Karşılığında bacaklarını iyileştirecek bir ameliyat vaad ediliyor. Jake'in Na'vi topluluğunun içine sızması kötülerin istedikleri stratejik bilgilere ulaşmalarını sağlıyor. Ama Jake'in Neytiri'ye aşık olması, bu doğa harikası gezegene ve Na'vilerin doğayla uyumlu şekilde sürdürdüğü yaşam tarzına hayran kalması ile işin rengi değişiyor. Jake saf değiştiriyor. Kötüleri karşısına alıyor. Kötülerin içindeki bir avuç iyi niyetli bilim insanıyla (ya da bilimin sadece bilim için yapılacağına inanan saftoriklerle) Na'vilerin kötülere karşı savaşını organize ediyor. Bu arada Na'vilerin lideri de oluveriyor. En nihayetinde kötülerin kaybetmesine neden oluyor. Sonunda da Pandora doğasının gücüyle insan vücudundan Na'vi vücuduna temelli transfer oluyor. Onlar eriyor muradına, biz çıkıyoruz kerevetine.

Beni bu hikayede en çok sıkan şey her zaman ama her zaman "vahşilerin, bizim anladığımız şekilde medenileşmemişlerin, doğa insanlarının" kurtarılmaya ihtiyaç duyması. Ama her zaman. Medeniyetten gelen, ama kötü olmayan insanların bu geri kalmışlara liderlik etmesi, onların kurtarıcısı olması. Jake de tam bu kişi işte. Aşk da burada katalizör görevi görüyor. Jack Neytiri'ye olan aşkı üzerinden Pandora'ya karşı bir hayranlık geliştiriyor. Ameliyat olamamak pahasına kötüleri karşısına alıyor. Ama Pandora doğasının bir hikmeti Na'vi vücuduna tamamen transfer olarak sağlam bacaklara kavuşuyor. Yani sonuçta Jake'in kaybettiği hiçbir şey olmuyor. Oysa Na'viler için durum öyle mi? Ben bu filmin savaşı eleştirdiği fikrine de katılmıyorum. Olsa olsa insanların açgözlülükten, para hırsından doğaya verdikleri zararı eleştiriyordur. Gerçi doğaya zarar vermek için çok önemli madenler arayan mutlak kötü insanlar olmamıza da gerek yok. Hepimiz her gün ürettiğimiz çöplerle, her sokağa çıkışımızda beraberimizde sürüklediğimiz arabalarımızla, geri dönüşüme burun kıvırışımızla, alışveriş torbalarımızla yeteri kadar kirletiyoruz doğayı.

Dediklerimi özetlemek gerekirse: Avatar bilindik klişeleri tekrar tekrar kullanıyor ve güçlü/güçsüz, medeni/vahşi ilişkisini yeniden üretiyor evet. Ama görsel güzelliği tartışılmaz.