Hani insan bir şeyler izlemeye hiç zamanı olmadığında sürüyle film-diziye iç geçirip ilk boş vaktinde izleyeceği işlerin hayalini kurar, sonra o yoğun dönemden çıkıp boş zamana kavuştuğunda nereden başlayacağını bilemez? İşte bana tam olarak bu tarif ettiğim şey oldu. Hazırlanacak ders ve notlanacak sınavlar tükenince, izleme listesine eklediğim film ve dizilerle bir süre karşılıklı bakıştık. En sonunda polisiye/gizem sularına geri dönmek adına Netflix'in American Nightmare belgeselinde karar kıldım.
Gerçek suç belgeseli American Nightmare, 2015 senesinde Vallejo, Kaliforniya'da yaşanmış bir ev baskınını odağına alıyor. Baskın, genç çift Denise Huskins ve Aaron Quinn'in, olaysız, sakin, orta sınıf bir mahalledeki evlerinde, bir gece yarısı ansızın uykularından uyandırılmalarıyla başlıyor. Saldırgan, Aaron'ı etkisiz hale getirdikten sonra Denise'i kaçırıp gidiyor. Olay, polise intikal ettikten kısa süre sonra basın da yoğun ilgi göstermeye başlıyor. Hem polisin hem de basının baş şüphelisi Aaron. Fakat Denise, baskından birkaç gün sonra ailesinin evine dönünce şüphe Aaron'dan hızlıca Denise'e kayıyor. Olaydan bir sene önce gösterime girmiş Gone Girl, polisin odağını baskın ve muhtemel şüphelilerden Aaron ve Denise yoğunlaştırmasına sebep oluyor. Gerçekten bir saldırgan var mıydı? Denise bu olayı Aaron'dan intikam almak için mi planladı? Yoksa Aaron ve Denise kamu kaynaklarını israf eden suç ortakları mı? Üç bölümlük belgeselde ilk bölüm Aaron'ın, ikinci bölüm Denise'in anlatılarına odaklanırken, üçüncü bölüm baskına ve olayın çözümüne yer ayırıyor. American Nightmare, kesinlikle bir "kim yaptı" anlatısı değil. Kurgu, benim gibi hikayeyi bilmeyen izleyicileri ilk iki bölümde anlatılanlara şüpheyle yaklaşmaya itiyor. Fakat filmde asıl yerel polisin ve FBI'ın cinsel suçlar hakkında yapılan şikayetleri ve başvuruları ciddiye almaması, bunların doğru dürüst kaydını tutmaması hatta suç kovuşturması sırasında popüler bir filmden yola çıkarak delil yerine ezber ve ön kabullerle hareket etmesi vurgulanıyor. Olaya bakan erkek polislerin dosyayı kapama çabalarına karşılık yaşananları aydınlığa kavuşturan, bu mesleği en çok cinsel saldırganları yakalamak için seçen kadın dedektif oluyor. Belgesel, suç/polisiye türünü özellikle true crime izlemeyi sevenlerin ilgisini çekebilir.
Öğrencilerle her ay çevrimiçi toplanıp onların seçtiği bir film üzerine konuşuyoruz. Şubat ayı için 2022 yapımı Triangle of Sadness'i izledik. Cannes'dan Altın Palmiye ile ayrılan bu filmi daha önce izlememiştim. 2.5 saat uzunluğuda üç bölümden oluşan film için kısaca yönetmen Ruben Östlund'un toplumsal tabakalaşma eleştirisi diyebiliriz. Bir yandan dünün zengini (old money) ile bugünün zenginini (influencer) yan yana getirmiş diğer yandan lüks tüketim içindeki tüm bu insanlarla hizmet sınıfının tezatlığını ele almış. Hizmet sınıfının da kendi içinde sahip olduğu hiyerarşik yapıyı gözeterek elbette. Filmin başında genç model/influencer çiftimiz Yaya ve Carl'ın ilişkilerinin dinamiğine tanık oluyoruz. Toplumsal eşitsizlikleri aşmak için ileri sürülen (yeni) normların aslında içselleştirilmediğini, dolayısıyla eşitliğe dair tüm sözlerin slogandan öteye gidemediğini anlatan birinci bölümün ardından, Yaya ve Carl dışındaki tüm yolcuların zenginlerden oluştuğu yat seyahatine geçiyoruz. Filmin toplumsal eleştiri kısmı burada başlıyor. Son bölüm, toplumsal roller değişseydi ve kontrolsüz iktidar bir kadının eline geçseydi ne olurdu sorusunu yanıtlayarak seyirciyi uğurluyor. Film hakkında genel düşüncelerime gelecek olursak --çünkü öğrenmezseniz uykularınız kaçacak biliyorum-- (Avrupalı) zengin sınıfa getirdiği eleştiriler artık herkesin malumu değil mi? 21. yüzyılda bu tarz sosyal tabakalaşma anlatıları biraz kolaya kaçmak gibi geliyor. Biz bu dersi bu şekliyle zaten defalarca işlemedik mi Ruben hocam? diye sormak istiyorum. Önceden söylenenlerin üzerine sizin yeni sözünüz nedir? Sosyal tabakalaşmayı Marxist bakış açısıyla eleştiriyorsunuz (tamam), belki ilk aşamada bu tür analizlerin rolü önemli, ama bugün bu ilişkiler çatışmacı lensle (üretim araçlarını ellerinde tutanlar ve diğerleri) indirgenilen yerden açıklanamayacak kadar katmanlı ve karmaşık. Bu kavramları tüketerek "kolay yoldan" para kazanan sadece influencer sınıfı mı? Özetle, toplumsal tabakalaşma eleştirilerinin daha kompleks analizleri hak ettiğini düşünüyorum. Öte yandan, film, şımarık, ücretini ödediği hizmeti vereni de satın aldığını zanneden, her istediğine istediği anda sahip olmayı bekleyen zenginlerin nasıl "cezalandırıldığını" görmek isteyeceklerin ilgisini çekebilir.
Bunların dışında:
* Dr. Slum izlemeye devam. Bu hafta direksiyonu gizemden romansa kırdılar. Bu benim için endişe verici bir durum. Müessesemiz gelişmeleri takibe devam edecek.
* Netflix'in Ocak ayında programına aldığı sci-fi filmi The Kitchen'a başladım. Öğrencilere güncel teorilerle analiz edecekleri distopik film(ler) arayışındayım. Fakat 40. dakika itibari ile filmle vedalaştık. Asla böyle şeyler yapan biri değildim ama Netflix'e gelen yapımlar konusunda acımasızlaştım. Üçüncü bölümde dizi iptal eden televizyon kanalları gibi davranıyorum.
* Son olarak bir de ara ara - hemşireme söz verdiğim için- Kübra izliyorum. Şeref ve namusum üzerine yemin etmişim gibi davrandığım için izlemeye devam ediyorum yoksa çoktan bırakmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder