21 Aralık 2015

Kısa Bir Hikayeye Kaç Karakter Sığar?


"Türkiye'nin Tek Polisiye Yayınevi" sloganıyla yola çıkmış Labirent Yayınları uzun süredir radarımdaydı. Butik yayınevlerinin karşılaştığı zorlukların anlatıldığı bir Sabitfikir yazısını okuduktan sonra, hem yerli bir polisiye yazarıyla tanışmak, hem de yayınevine destek olmak amacıyla ilk alışverişimi yaptım. Her biri ayrı ayrı ilgimi çeken Pipo dizisinden, Suphi Varım'ın kaleminden çıkma Karanlıkta İki Ceset'i seçtim. Dünya Kitap Dergisi 2014 Polisiye Ödülü'nü Algan Sezgintüredi (hatırlatma: daha önce blogda yazdığım Katilin Şahidi'nin yazarı) ile paylaşan Karanlıkta İki Ceset, 1800ler İzmir'inde geçiyor. Serkomiser Cevdet Sami'nin, işlenen çifte cinayeti aydınlatabilmek için yardımına başvurduğu özel dedektif Sokratis Eliseos'la birlikte şehri adım adım geziyoruz. Hem şehrin yerlilerini tanıyor, hem de sokaklarını arşınlıyoruz. 19. yüzyıl Smiryna'sına birbirinden farklı pek çok karakterle yedirilmiş hikayeyi okurken, etnik ve kültürel çeşitliliğin, liman kenti İzmir'deki hareketli yaşamın, gelen ve gidenlerin yarattığı devirdaimin ortasında muhtemel katillerin peşinde sürükleniyoruz. Suphi Varım'ın kısa sayılabilecek polisiye öyküsünde çok fazla yan karakter var. Bu karakter bolluğu, hikayenin içine girmeyi de epey zorlaştırıyor. Bir karakterden diğerine atlayan, sonra en başa dönen anlatıda sürekli geri dönüp "bu kimdi?" sorusuna yanıt aramanız gerekiyor. Karakterler rastgele seçilmiş değil, hikaye örgüsünde birbirine bir şekilde bağlı ama hiçbirine derinlik katılmadığı için aralarındaki bağ zayıf kalmış. Benzer bir durum ana karakter olan özel dedektif Sokratis Eliseos için de geçerli. Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Serkomiser'e yardım eden bu özel dedektif başka ne tür davalara bakmaktadır? Nasıl para kazanmaktadır? Osmanlı polisine neden yardım etmektedir? Hani bir Mr. Monk durumu olmasına razıyım ama öyle bir altyapı dahi yok. Sanki yazar Osmanlı arkaplanına, İzmir'in o dönemki etnik ve kültürel yapısını aktarmaya daha fazla önem vermiş, onu yansıtmak istemiş. Ama bu şekilde hem karakterlere hem de hikaye örgüsüne yeteri özeni gösterememiş. Ortaya da sürükleyiciliği olmayan, okuru fazla heyecanlandırmayan, onu karakterler arasında kaybeden bir hikaye çıkmış. Karanlıkta İki Ceset maceram hüsranla sonuçlansa da, Türkiye'de polisiye edebiyat üzerine uzmanlaşan butik bir yayınevinin olması son derece heyecan verici. Polisiye edebiyatı tutkunları için güzel bir de haber var. Labirent'in hazırladığı, Algan Sezgintüredi, Celil Oker, Ahmet Ümit, Sevin Okyay gibi pek çok kalemin yazılarının yer alacağı ve iki ayda bir yayımlanacak polisiye dergi 221B, Ocak 2016'da görücüye çıkmaya hazırlanıyor. Heyecanla bekliyorum!

Yazar: Suphi Varım
Yayınevi: Labirent
Yıldız Karnesi: **

24 Haziran 2015

Yaz Okuma Listesi


Bu sene doğru düzgün kitap okuyamadım. Neyi okumak için aldıysam bıraktım. Başladığım tüm kitaplar yarıda kaldı. Hatta bazılarında yarıyı bile göremedim. Goodreads'i en son ne zaman açtığımı hatırlamıyorum bile. Tüm bu gelişmeler ışığında yaptığım analizlerden elde ettiğim verilerle kendime bir Yaz Okuma Listesi hazırlamaya karar verdim. Liste tamamen kadın yazarlardan oluşuyor. Gerçi kendimi tanıyorum, her an istisna yapabilirim (Mahir Ünsal Eriş'in kitabını hala okumadım mesela). Listeyi oluştururken uzun uzadıya düşündüm desem yalan olur. Epeydir okunmayı bekleyen kitap yığınını eşeleyip, gözüme ilk ilişenleri seçtim. Bu sebepten, herhangi bir tema çerçevesinde oluşturulmuş bir listeden ziyade her telden çalan eklektik bir liste görünümünde. Roman, hikaye ve anlatı olmak üzere üç farklı türü kapsıyor. 

1. Tezer Özlü- Çocukluğun Soğuk Geceleri: Bu kitabı geçenlerde aldım, daha kitaplık bekçiliği kadrosuna ataması bile yapılmadı. YKY arka kapaktaki tanıtım yazısında Özlü için "nostalji prensesi" demiş. Prenses kelimesini görmek tüylerimi diken diken etmeye yetse de "nostalji" kısmını merak ediyorum. 

2. Ayşegül Devecioğlu- Ağlayan Dağ Susan Nehir: Bu kitabı New York'a taşındığım sene almıştım. Onca zaman New York'da yaptığı memuriyet görevini, hiç şikayet etmeden İstanbul'daki kitaplıkta sürdürüyordu. Artık emekli etme yaşı geldi. 

3. Ayfer Tunç- Dünya Ağrısı: Çıkar çıkmaz satın aldığım, sonra kitaplığın bir köşesinde unuttuğum bu kitap da listeye üst sıralardan giriş yaptı.

4. Aylin Balboa- Belki Bir Gün Uçarız: Roman okuyamıyorsam öykü okurum, mottosuyla çıktığım bir kitapçı turnesinde satın almıştım. O gün bugündür kadrolu kitaplık bekçisi. 

5. Pınar Öğünç- Asker Doğmayanlar: Hemşiremin verdiği nice kitaptan biri. 

6. Tuğçe Tatari- Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim: Başlayıp yarım bıraktıklarımdan. Bu sefer bitireceğim.

Görüldüğü üzere listem uzun değil. Gerçi yazın çok yoğun çalışacağım için altı kitap bile gayet iddalı bir hedef gibi duruyor. Yine de Ağustos sonuna kadar hepsini okumayı planlıyorum. Aranızda yaz için okuma listesi yapan, ya da yapmayı düşünenler varsa, yorum bırakın, hem listelerimize bakıp ilerisi için fikir edinmiş olalım, hem de bu meydan okumayı birlikte tamamlayalım. 

22 Haziran 2015

Beyoğlu'nda Bir Sergi: Camera Ottomana


Aslında niyetim Ani Harabeleri hakkında yazmaktı ama ani bir fikir değişikliği yapıp, geçen hafta ziyaret ettiğim bir sergiden söz etmeye karar verdim. Belki zaten biliyorsunuzdur ama bilmeyenler için söylemiş olayım, Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürürken sol tarafta kalan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi'nin (ANAMED) bir sergi salonu var. Burada tarih, sosyoloji vs. gibi sosyal bilimlere meraklı insanları mıknatıs gibi çekecek sergiler düzenliyorlar. Sene başında "1. Dünya Savaşı'nda İttifak Cephesinde Savaş ve Propaganda" isimli bir sergi yapmışlardı. Yapı Kredi'deki Zeki Müren sergisine giderken tesadüfen görmüş, gezerken bir dolu fotoğraf çekmiş, gördüğüm/okuduğum her şeyi eve gelip uzun uzun Burak'a anlatmıştım. ANAMED, Nisan ayında yine ilginç bir sergi ile çıktı karşımıza: Camera Ottomana - Osmanlı İmparatorluğu'nda Fotoğraf ve Modernite, 1840-1914 

19 Mayıs 2015

Doğu Ekspresi ile Seyahat Edeceklere Notlar


Arkadaki manzaranın sürekli değiştiği dev bir pencerenin önünde oturup kitabınızı okumak ister misiniz? Ya da yemek yemek, bir şeyler içmek? Arada dışarıya bakıp uçsuz bucaksız ovaları, otlayan hayvanları, yeşilin binbir tonunu, yanınızdan aceleyle akan nehirleri, tepesi dumanlı dağları, ağaçların üzerindeki kar kalıntılarını görmek? Ya da trenle yarışır gibi dört nala koşturan atları izlemek, size el sallayan çobanlara karşılık vermek? Cevabınız evetse dermanınız hazır: Doğu Ekspresi'ne bir bilet almak!

9 Mayıs 2015

Doğu Ekspresi ile Yolculuk

Tabelanın fotoğrafını binerken değil de inerken çekmeyi akıl ettiğim için duraklar Kars-Ankara yönünde sıralanmış.

Konaklamalı tren yolculuğu, aslında uzun zamandır hayalini kurduğum bir seyahatti. New York'da yaşadığımız dönemde Birleşik Devletleri trenle boydan boya geçmenin planlarını yapıyordum. O sırada şartlar izin vermedi, derken biz İstanbul'a taşındık ve tren seyahati planları rafa kalktı. Ta ki bu senenin başına kadar. Ülke içinde trenle nerelere seyahat edebileceğimizi araştırırken, TCDD'nin Ankara-Kars arasında işleyen Doğu Ekspresi'ni gördüm ve yolculuğumuzun rotası çizilmiş oldu. "Bizimle bu yola var mısınız?" diye sorduğumuz Ilgaz ve Firuze'den de olumlu yanıt alınca "kaç gün kalınmalı, nereler görülmeli, nerede konaklamalı" gibi sorulara yanıt aradığım seyahat hazırlıklarına başladım.

19 Şubat 2015

Kemal: Kahkaha ve Gözyaşı Dolu Bir Yolculuk


Hemşiremin okuma listesinde görüp, ilk kitap alışverişinde satın aldığım Kemal, benim için yer yer kahkahalarla güldüğüm, yer yer iki gözüm iki çeşme ağladığım bir yolculuk oldu. Gül Sunal'ın eğlenceli ve okuyucuyu sıkmayan kaleminden anlatılan hayat öyküsü, ikilinin karşılaştıkları gün ile başlıyor. Kitap kronolojik bir sıra izlemek yerine, zamanda ileri atlayışlar ve geri dönüşlerle, kendi içinde tutarlı küçük anılarla ilmek ilmek örerek aktarıyor ikilinin hikayesini. Kısa kısa birçok anı anlatan ve bütün bu ufak parçaları birleştirerek asıl hikayeyi kendi gözlerimizle görmemizi isteyen bu tarzı beğendim. Kitap, sadece rol aldığı filmlerle tanıdığımız, hatta belki de bu sebepten dolayı hiç tanımadığımız Kemal Sunal'ın kişiliğini, aile ve arkadaşlarının da başrol oynadığı pek çok olay üzerinden aktarıp detaylı bir portre çiziyor. Gül Sunal'ın kitabı, basit bir biyografi olmaktan fersah fersah uzak. Kitabın benim için en çarpıcı kısımları, Kemal Sunal'ın ölümünün ardından aile bireylerinin yaşadıklarıydı. Sadece devlet bürokrasisi ve vefasız arkadaşlarıyla giriştikleri duygusal mücadeleler değil, ölümün yarattığı travmayla başa çıkma ve yaşama yeniden tutunma çabaları da etkiledi beni. Belki de benzer bir tecrübeyle kavrulduğum için kendimi onlara yakın hissettim. Kemal Sunal ile babam arasında bulduğum benzerlikler (üstelik bu öldükleri yaşların yakınlığı ve ani gidiş şekillerinin benzerliği ile de sınırlı değil) yer yer anlatılanın kendi hikayem olduğu duygusunu yaşattı. Kendi tecrübemin benzer bir tezahürünü görmemi sağlayıp yalnız olmadığımı hissettiren Gül Sunal'ın kitabını, anlattığı acı-tatlı, eğlenceli-hüzünlü onca hatırayı barındırması bir yana, sadece bu sebep için çok ama çok sevdim.

Kemal.. Hadi gel, bi kahve içelim...
Gül Sunal 
Yayınevi: Doğan Kitap
Yıldız Karnesi: 4*

2 Ocak 2015

Accused: Hukuk, Toplumsal Normlardan Soyutlanabilir Mi?


Orijinal ismi Lucia de B. olan ve gerçek bir hikayeyi konu edinen Accused, Hollanda'nın bu seneki Oscar yarışı temsilcisi. Üstelik, geçtiğimiz günlerde açıklanan ve dokuz filmi içeren kısa listeye de kalmayı başarıp birçok kişiyi şaşırttı. Filmin konusu kısaca şöyle: Hollanda'da bir hastanede hemşirelik yapan Lucia, yaşanan bir bebek ölümünden sonra, hastanenin ön ayak olduğu polis soruşturmasının merkezine oturtulur. Daha önce çalıştığı hastanelerden derlenen bilgiler sonrasında, dört hastayı kasten öldürmek, üç hastayı iste öldürmeye teşebbüsten hakkında dava açılır. Ömür boyu hapis cezasıyla yargılanan ve kısa süre içinde hayatı cehenneme dönen Lucia, masumiyetini kanıtlayabilecek midir?