28 Kasım 2014

Filmekimi 2014: Haftalar Sonra Gelen Bir Yazı

Filmekimi'nde izlediğim filmleri, ''geç olsun ama güç olmasın'' hissiyatı ile iki post altına toplamak istedim. Yazmayınca, filmlerin içeriğini unutuyorum sevgili okur. Hem belki bu yapımları henüz izlememiş olanların bir fikir oluşturmalarına yardımım dokunur belli mi olur? Bu yazıda, tümü 2014 yapımı olan, ve izlediğim filmler arasında en beğendiğim üç filmi ele alıyorum.



Leviathan: Andrey Zvyagintsev'in Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan, festivalden En İyi Senaryo ödülü ile dönen filmi Levithan, Filmekimi'nde en beğendim filmlerden biri oldu. Günümüz Rusya'sında geçen film, kendi halinde yaşayan, sıradan bir adamın devletle giriştiği mücadeleyi konu ediniyor. Eski Ahit'te geçen ve deniz canavarı anlamına gelen Leviathan, otoritenin insanlara karşı nasıl da ''canavarlaşabileceğinin'' bir anlatısı aslında. Denize kıyısı olan çorak ve soğuk bir coğrafyada, oğlu ve karısı ile sade bir hayat süren araba tamircisi Kolya'nın önemli bir derdi vardır. Belediye başkanı, evinin bulunduğu araziyi istimlak etmek üzeredir. Avukatı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Vladamir'in Moskova'dan yardıma gelişi, belediye ile olan mücadeleyi etkileyeceği gibi, Kolya'nın pamuk ipliğine bağlı ailevi ilişkilerini de kökünden değiştirecek fitili ateşler. Alevlerin arasında kalan Kolya'nın yaşadıkları şu gerçeği fısıldar bize: Hakikat diye bir şey yoktur, çünkü güç hakikati inşa eder. Filmin en akılda kalıcı performanslarından birini, denetimsiz otoritenin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkan belediye başkanı Vadim rolündeki Roman Madyanov sergiliyor. Leviathan, adaletsizliğin ve fakirliğin kol gezdiği bir ortamda, vodka kadehlerinin eşlik ettiği yalnız ve çaresiz insanların karamsar ve dokunaklı bir anlatısı.

Leviathan
Andrey Zvyagintsev 2014
Yıldız Karnesi: ****


Mommy: Xavier Dolan ile tanışmama vesile olan Mommy, bir anne-oğul dramı. Diane, düşük gelirli işlerde çalışıp zar zor geçinen, genç ve güzel bir kadındır. Hiperaktif ve duygusal gel-gitlerle dolu oğlunu, rehabilitasyon merkezinden çıkarıp yanına almak zorunda kalınca dünyası epey sarsılıyor. Kocasının ölümü ile omuzlarına binen ebeveynlik yükü, tek başına altından kalkılacak gibi değil, zira oğlu Steve idare etmesi kolay bir evlat değil. Birbirini doğru dürüst tanımayan anne-oğulun sancılı dünyasına yuvarlanmış buluyoruz kendimizi. Karşı komşuları esrarengiz Kyla'nın, ürkek adımlarla bu dünyaya dahil olmasıyla, tüm duygu katmanlarında yol alacağımız sıkı bir yolculuğa çıkıyoruz. Dolan'ın film müzikleri ve ekran tercihleri ile aktarmayı başardığı karakter psikolojisi, filmin sunduğu ekstra güzellikleri oluşturuyor. Başrol oyuncularının müthiş uyumu ile iyice güçlünen ve Cannes'dan Jüri Ödülü ile dönen filmi izleyip, Dolan'ın hikaye anlatıcılığına hayran kalmamak pek mümkün değil.      

Mommy
Xavier Dolan 2014
Yıldız Karnesi: ****


İnsanları Seyreden Güvercin: Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan'ı alan bu filmi düşününce aklıma gelen ilk şey şu: ''Enteresan bir filmdi.'' Alışık olduğum hikaye anlatımlarından fersah fersah uzak bir yapım. Yüzleri boyalı, ifadesiz, mimiksiz insanlar diyarında, filmden ziyade bir tiyatro sahnesini andıran dekorun önünde geçen film, birbirine eklenmiş skeçlerden oluşuyor. Film, yaşama dair bir kaçınılmazla, yani ölümle açılıyor. İnsanın nerede olursa olsun değişmeyen gerçeği, ölürken yalnız oluşu. Üstelik bu kader sadece ölüm anıyla sınırlı değil. Ağır bir yalnızlık duygusunun sindiği film, her koşulda değişmeyen bir gerçeği haykırıyor: ''insan dediğin yalnızdır, en büyük kalabalıklar içinde bile!'' Sembolizmden fazlasıyla nasiplenen filmin tüm göndermelerini anladığımı söylemem mümkün değil. Hatta büyük olasılıkla çoğunu anlamadım. Hele İsveç tarihine referans verildiğini düşündüğüm sahnelerin neyi temsil ettiğini epey merak ettim. Anlayıştan ziyade hissedişle izlediğim filmi çok sevdiğimi belirtmeden geçmeyeyim. Düşününce kulağa saçma gelebilir: insan anlamadığı bir şeyi sevebilir mi? Ama oluyor işte. İnsanları Seyreden Güvercin, benim için nefis bir seyirlikti. Karşısına geçip uzun uzun baktığım, çizgilerin ne anlam ifade ettiğini tam anlayamasam da renklerin uyumundan, çizgilerin kıvrımından bir şeyler hissederek beğendim soyut bir tablo gibi.

A Piegon Sat on a Branch Reflecting on Existence
Roy Andersson 2014
Yıldız Karnesi: ****

27 Kasım 2014

Sadece Sen (2014)

Beni bu yerli sinema merakım bitirecek sevgili okur. Vasat olduğunu bile bile, yine de merakıma yenilerek, ne çok yapım izledim ben bu sene. Bu tarz filmlerin tek bir ortak noktası oluyor genelde. Ağlak senaryolarıyla izleyiciyi dramın kollarına bırakıp, dökülen gözyaşları ile doğru ortantılı olacağı düşünülen hazza oynamak. Sadece Sen de türünün bir örneği olarak tarihteki yerini almış bulunuyor. Yönetmenliğini Hakan Yonat'ın üstelendiği filmin konusu kısaca şöyle: Gündüzleri evlere su servisi yapan, geceleri ise bir otoparkta bekçi olarak çalışan Ali (İbrahim Çelikkol), otoparkta işe başladığı ilk gün Hazal (Belçim Bilgin) ile tanışır. Hayata küsmüş gibi davranmayı ifadesiz bir yüzle sürekli sağa sola bakmak zanneden Ali, Hazal'ın kör olduğunu anlamakta gecikmez (ifadesiz ama zeki!). Otoparkta Ali'den önce çalışan yaşlı bekçi ile dizi izleme alışkanlığı edinmiş Hazal (bu pratik nasıl oluşmuş hiç anlamadım), dizileri bu sefer Ali ile beraber izlemeye başlar. Eski boksör olduğunu ama bir şekilde bu sporu bıraktığını öğrendiğimiz donuk Ali ile sevgi pıtırcığı, her daim mutlu Polyanna Hazal'ın sevdası da böyle başlar. Aslında Ali ve Hazal'ı enteresan bir hikaye ile avucunun içine alan senaryo, ne yazık ki malzemesini iyi kullanamıyor. Kağıt kadar düz çizilen karakterleri sebebiyle ulaşacağını düşündüğünüz Ali-Hazal muhasebesine de bir türlü varamıyor. İstanbul'da yaşayan kör bir kadın olarak tıkır tıkır evinden işine giden, kaldırımlarda seken, toplu taşımayı rahatça kullanan Hazal karakteriyle verilen ütopik(!) hava da filme tuz biber ekiyor. Adaptasyon olduğunu filmin sonunda öğrendiğimiz senaryo, yerel kültürün gerçekleri ile örtüşseymiş; Ali-Hazal ilişkisi üzerine de biraz daha kafa yorulsaymış, daha nitelikli bir yapım ortaya çıkabilirmiş.  

Sadece Sen
Hakan Yonat 2014
Yıldız Karnesi: **  

24 Kasım 2014

Something Real - Heather Demetrios


''There is nothing real about reality TV'' - Something Real

Şu sıralar izlediğim tek reality şov programı The Amazing Race olsa da, 2000lerin başında kopan Biri Bizi Gözetliyor (BBG) furyasına zamanında kendini epey kaptırmış izleyicilerden birisiydim. Reality şov anlayışı ile (yanlış hatırlamıyorsam) ilk tanışmamız olan BBGli günlerimizi hatırlıyor musunuz? Dışarıyla bağlantısı olmayan bir evin içinde yaşayan ve birbirini önceden tanımayan onbeş kişiyi sorgusuz sualsiz hayatımıza davet etmiş, en basit şeylerden ettikleri kavgaları, yarıştıkları oyunları seyretmiştik. Hatta aramızda seyirci olmakla yetinmeyip taraf tutan, eleme gecesi oy gönderen, ellerinde pankartlarla stüdyoya destek vermeye giden, kısacası yarışmacıların taraftarı olanlar vardı. Melihciler, Hülyacılar, Eraycılar. Bugün tanımadığımız insanların hayatlarını Blogger'dan ya da Instagram'dan nasıl takip ediyorsak, o dönem aynısını televizyon ekranlarından BBGciler için yapıyorduk. Arsız bir gözetleme ve usanmayan takip etme istediği ile. Neden kapılmıştık bu furyaya? BBG bize diğer programlarda olmayan ne sunuyordu?

17 Kasım 2014

Chef (2014)


Friends müdavimleri Jon Favreau'yu hatırlayacaktır. 3. sezonda Monica'yı tavlamak için epey uğraş veren, amacına ulaştıktan bir süre sonra Ultimate Fighting Champion'da dövüşme sevdası yüzünden onu kaybeden multimilyoner Pete Becker idi kendisi. O zamandan beri içinde bulunduğu işlere pek ilgi göstermemiş olmalıyım ki onca aradan sonra Chef filminde çıktı karşıma. Yazıp yönettiği ve bir de başrolü üstlendiği film, orta yaşa gelmiş bir şefin yeniden kendini keşfetmesini ve oğluyla olan kopuk ilişkisini tamir etme çabasını anlatıyor. Miami'de yenilikçi ve cesur bir şef olarak ünlenen ve California'ya transfer olan Carl Casper (Favreau), zaman içinde yenilikçi tarafını rafa kaldırıp risk almaktan kaçınan patronu Riva'nın (Dustin Hoffman) denetiminde sürekli aynı menüleri çıkaran bir şefe dönmüş. Yaratıcılığını destekleyecek ortamı bir türlü bulamasa da aynı yerde çalışmaya devam eden Carl, ailevi ilişkilerinde de başarılı değil. Eski karısıyla yaşayan oğlu Percy, Carl'ın öncelikler listesine bir türlü giremiyor. Bu yüzden birlikte geçirdikleri onca zamana rağmen değişmeyen bir şey var: bir türlü yakınlaşamıyorlar. Ünlü bir yemek eleştirmeninin restoran ziyareti sonrası kaleme aldığı yazı alışagelmiş düzenlerine çomak sokuyor.

Filmin izleyiciye gerçeklik duygusu aşılamada bazı sorunları olduğunu düşünüyorum. Zira Carl'ın hayatının alt üst olduğuna bir türlü inanası gelmiyor insanın. Bunda en büyük pay, senaryonun ne yöne doğru gideceğini -önceki benzer formüllerden ezberlediğimiz için belki de- tahmin etmemiz sanırım. Üstelik filmin diğer belkemiğini oluşturan baba-oğul çatışması epey üstünkörü işlenmiş. Gerçi bu durum, filmin tamamını düşününce şaşırtıcı gelmiyor. Neticede müzikleri ve esprileri ile eğlendirmekten başka bir amaç gütmeyen bir yapımla karşı karşıyayız. İşin ilginç yanı beklentilerinizi fazla yükseltmezseniz filmi eğlenceli bulmanız, hatta arada sırada kendinizi gülümserken yakalamanız gayet mümkün. Filmi izlenesi kılan bir diğer özellikse tanık olduğunuz enfes yemek görüntüleri. Favreau bu sahnelerde gerçek bir şefe dönüşüyor. Aldığı özel dersler (filmin sonunda akan yazıların bitmesini beklerseniz hocasıyla tanışıyorsunuz) epey işe yaramış zira gerek bıçağı tutuşu ve sebzeleri doğrayışı gerekse eti kesişi ile yarattığı kırk yıllık şef imajı muazzamdı. Yemek sahnelerinin hemen hemen hepsinde iç geçirmeniz kuvvetle muhtemel olduğundan filmi asla ama asla boş mide ile izlemeyin!

Chef
2014 ABD
Yönetmen: Jon Favreau
Yıldız Karnesi: ***

10 Kasım 2014

What If (2013)

Başrollerini Daniel Radcliffe ile Zoe Kazan'ın paylaştığı İrlanda-Kanada ortak yapımı What If (Türkiye'de vizyona giren ismiyle Ya Aşksa?) senenin kalburüstü romantik komedilerinden biri. Önceki ilişkisinden kalbi kırık ayrılan ve sosyal yaşama sırtını dönen Wallace (Radcliffe), en yakın arkadaşı Allan'ın (Adam Driver) verdiği parti nedeniyle insan içine karışmak zorunda kalır. Görev icabı geldiği evde buzdolabı magnetleriyle oynayıp patetik aşk mesajları yazarken Allan'ın kuzeni Chantry (Kazan) ile tanışır. Kendisi gibi partiden sıkılmış görünen Chantry ile karşılıklı esprilerle başladıkları sohbet, Wallace'ı saklandığı kabuğundan çıkarır. Partinin sonuna doğru Chantry'e iyice ısınmış olan Wallace tahmin etmediği bir engele takılır: Chantry'nin birlikte yaşadığı bir sevgilisi vardır. Birbirinden etkilenen bir kadın ve erkek işe aşkı karıştırmadan arkadaş olabilir mi? Oluruz dedikleri vakit en çok kimi kandırmış olurlar; birbirlerini mi, üçüncü kişileri mi, yoksa sadece kendilerini mi? Arkadaş mı sevgili mi ikileminin beyazperdede işlenmemiş yeni bir hikaye olduğunu söylemek zor. Yine de filmin aşk üçgeni klişesine girmeyen, iyi kötü karşıtlığı oluşturmadan ilerleyen bir hikayesi var. Aşk, insanın kendini hiç düşünmediği (selfless) bir duygu hali mi yoksa tam aksine bencilin (selfish) teki olduğu bir durum mu sorusuna belki de (kendi klasmanında) en dürüst yanıtı veriyor. Tabii bu sözümden filmin derin varoluşsal meselelere değindiği anlamı çıkmasın. Eleştirel bir bakış ya da durumun siyah-beyazdan ziyade komplike yapısına dair bir vurgu da mevcut değil. Chantry'nin yaşadığı gelgitlerin yeterince iyi aktarılmaması filmin temel sorunlarından biri. Wallace'ın her duygusundan haberdarken Chantry'nin neler hissettiğini anlamak için serpiştirilmiş bazı ipuçlarını takip etmek zorunda kalıyoruz. Bu eksiğe rağmen başrol oyuncularının uyumu ile güçlenen anlatım, izleyeni sıkmadan filmin sonuna kadar taşıyor. İkili hatrına filmin ''klişeler, ben geliyorum!'' havasındaki son kısmını da hoşgörü ile karşılıyorsunuz. Daniel Radcliffe'in Harry Potter'dan çok daha fazlası olduğuna A Young Doctor's Notebook'un ilk sezonundaki performansıyla ikna olmuştum. Filmde de Wallace'ın duygularını ve karamsarlığını izleyiciye aktarmada çok başarılıydı. Zoe Kazan ise Ruby Sparks'da olduğu gibi romantik komedilerin yeni Meg Ryan'ı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Adam Driver'a bir türlü ısınamamış olsam da Chantry'nin kızkardeşi Dalia rolündeki Megan Park ile Adam'ın sevgilisi Nicole rolündeki Mackenzie Davis'i çok beğendim. What If dört dörtlük bir romantik komedi olmasa da hikayesi, karakterleri ve de müzikleri ile kurduğu dünyanın seyirciyi yakalayan bir tarafı var.


What If
2013 İrlanda - Kanada
Yıldız Karnesi: ***