Filmekimi'nde izlediğim filmleri, ''geç olsun ama güç olmasın'' hissiyatı ile iki post altına toplamak istedim. Yazmayınca, filmlerin içeriğini unutuyorum sevgili okur. Hem belki bu yapımları henüz izlememiş olanların bir fikir oluşturmalarına yardımım dokunur belli mi olur? Bu yazıda, tümü 2014 yapımı olan, ve izlediğim filmler arasında en beğendiğim üç filmi ele alıyorum.
Leviathan: Andrey Zvyagintsev'in Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan, festivalden En İyi Senaryo ödülü ile dönen filmi Levithan, Filmekimi'nde en beğendim filmlerden biri oldu. Günümüz Rusya'sında geçen film, kendi halinde yaşayan, sıradan bir adamın devletle giriştiği mücadeleyi konu ediniyor. Eski Ahit'te geçen ve deniz canavarı anlamına gelen Leviathan, otoritenin insanlara karşı nasıl da ''canavarlaşabileceğinin'' bir anlatısı aslında. Denize kıyısı olan çorak ve soğuk bir coğrafyada, oğlu ve karısı ile sade bir hayat süren araba tamircisi Kolya'nın önemli bir derdi vardır. Belediye başkanı, evinin bulunduğu araziyi istimlak etmek üzeredir. Avukatı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Vladamir'in Moskova'dan yardıma gelişi, belediye ile olan mücadeleyi etkileyeceği gibi, Kolya'nın pamuk ipliğine bağlı ailevi ilişkilerini de kökünden değiştirecek fitili ateşler. Alevlerin arasında kalan Kolya'nın yaşadıkları şu gerçeği fısıldar bize: Hakikat diye bir şey yoktur, çünkü güç hakikati inşa eder. Filmin en akılda kalıcı performanslarından birini, denetimsiz otoritenin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkan belediye başkanı Vadim rolündeki Roman Madyanov sergiliyor. Leviathan, adaletsizliğin ve fakirliğin kol gezdiği bir ortamda, vodka kadehlerinin eşlik ettiği yalnız ve çaresiz insanların karamsar ve dokunaklı bir anlatısı.
Leviathan: Andrey Zvyagintsev'in Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan, festivalden En İyi Senaryo ödülü ile dönen filmi Levithan, Filmekimi'nde en beğendim filmlerden biri oldu. Günümüz Rusya'sında geçen film, kendi halinde yaşayan, sıradan bir adamın devletle giriştiği mücadeleyi konu ediniyor. Eski Ahit'te geçen ve deniz canavarı anlamına gelen Leviathan, otoritenin insanlara karşı nasıl da ''canavarlaşabileceğinin'' bir anlatısı aslında. Denize kıyısı olan çorak ve soğuk bir coğrafyada, oğlu ve karısı ile sade bir hayat süren araba tamircisi Kolya'nın önemli bir derdi vardır. Belediye başkanı, evinin bulunduğu araziyi istimlak etmek üzeredir. Avukatı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Vladamir'in Moskova'dan yardıma gelişi, belediye ile olan mücadeleyi etkileyeceği gibi, Kolya'nın pamuk ipliğine bağlı ailevi ilişkilerini de kökünden değiştirecek fitili ateşler. Alevlerin arasında kalan Kolya'nın yaşadıkları şu gerçeği fısıldar bize: Hakikat diye bir şey yoktur, çünkü güç hakikati inşa eder. Filmin en akılda kalıcı performanslarından birini, denetimsiz otoritenin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkan belediye başkanı Vadim rolündeki Roman Madyanov sergiliyor. Leviathan, adaletsizliğin ve fakirliğin kol gezdiği bir ortamda, vodka kadehlerinin eşlik ettiği yalnız ve çaresiz insanların karamsar ve dokunaklı bir anlatısı.
Leviathan
Andrey Zvyagintsev 2014
Yıldız Karnesi: ****
Mommy: Xavier Dolan ile tanışmama vesile olan Mommy, bir anne-oğul dramı. Diane, düşük gelirli işlerde çalışıp zar zor geçinen, genç ve güzel bir kadındır. Hiperaktif ve duygusal gel-gitlerle dolu oğlunu, rehabilitasyon merkezinden çıkarıp yanına almak zorunda kalınca dünyası epey sarsılıyor. Kocasının ölümü ile omuzlarına binen ebeveynlik yükü, tek başına altından kalkılacak gibi değil, zira oğlu Steve idare etmesi kolay bir evlat değil. Birbirini doğru dürüst tanımayan anne-oğulun sancılı dünyasına yuvarlanmış buluyoruz kendimizi. Karşı komşuları esrarengiz Kyla'nın, ürkek adımlarla bu dünyaya dahil olmasıyla, tüm duygu katmanlarında yol alacağımız sıkı bir yolculuğa çıkıyoruz. Dolan'ın film müzikleri ve ekran tercihleri ile aktarmayı başardığı karakter psikolojisi, filmin sunduğu ekstra güzellikleri oluşturuyor. Başrol oyuncularının müthiş uyumu ile iyice güçlünen ve Cannes'dan Jüri Ödülü ile dönen filmi izleyip, Dolan'ın hikaye anlatıcılığına hayran kalmamak pek mümkün değil.
Mommy
Xavier Dolan 2014
Yıldız Karnesi: ****
İnsanları Seyreden Güvercin: Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan'ı alan bu filmi düşününce aklıma gelen ilk şey şu: ''Enteresan bir filmdi.'' Alışık olduğum hikaye anlatımlarından fersah fersah uzak bir yapım. Yüzleri boyalı, ifadesiz, mimiksiz insanlar diyarında, filmden ziyade bir tiyatro sahnesini andıran dekorun önünde geçen film, birbirine eklenmiş skeçlerden oluşuyor. Film, yaşama dair bir kaçınılmazla, yani ölümle açılıyor. İnsanın nerede olursa olsun değişmeyen gerçeği, ölürken yalnız oluşu. Üstelik bu kader sadece ölüm anıyla sınırlı değil. Ağır bir yalnızlık duygusunun sindiği film, her koşulda değişmeyen bir gerçeği haykırıyor: ''insan dediğin yalnızdır, en büyük kalabalıklar içinde bile!'' Sembolizmden fazlasıyla nasiplenen filmin tüm göndermelerini anladığımı söylemem mümkün değil. Hatta büyük olasılıkla çoğunu anlamadım. Hele İsveç tarihine referans verildiğini düşündüğüm sahnelerin neyi temsil ettiğini epey merak ettim. Anlayıştan ziyade hissedişle izlediğim filmi çok sevdiğimi belirtmeden geçmeyeyim. Düşününce kulağa saçma gelebilir: insan anlamadığı bir şeyi sevebilir mi? Ama oluyor işte. İnsanları Seyreden Güvercin, benim için nefis bir seyirlikti. Karşısına geçip uzun uzun baktığım, çizgilerin ne anlam ifade ettiğini tam anlayamasam da renklerin uyumundan, çizgilerin kıvrımından bir şeyler hissederek beğendim soyut bir tablo gibi.
A Piegon Sat on a Branch Reflecting on Existence
Roy Andersson 2014
Yıldız Karnesi: ****
Mommy
Xavier Dolan 2014
Yıldız Karnesi: ****
İnsanları Seyreden Güvercin: Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan'ı alan bu filmi düşününce aklıma gelen ilk şey şu: ''Enteresan bir filmdi.'' Alışık olduğum hikaye anlatımlarından fersah fersah uzak bir yapım. Yüzleri boyalı, ifadesiz, mimiksiz insanlar diyarında, filmden ziyade bir tiyatro sahnesini andıran dekorun önünde geçen film, birbirine eklenmiş skeçlerden oluşuyor. Film, yaşama dair bir kaçınılmazla, yani ölümle açılıyor. İnsanın nerede olursa olsun değişmeyen gerçeği, ölürken yalnız oluşu. Üstelik bu kader sadece ölüm anıyla sınırlı değil. Ağır bir yalnızlık duygusunun sindiği film, her koşulda değişmeyen bir gerçeği haykırıyor: ''insan dediğin yalnızdır, en büyük kalabalıklar içinde bile!'' Sembolizmden fazlasıyla nasiplenen filmin tüm göndermelerini anladığımı söylemem mümkün değil. Hatta büyük olasılıkla çoğunu anlamadım. Hele İsveç tarihine referans verildiğini düşündüğüm sahnelerin neyi temsil ettiğini epey merak ettim. Anlayıştan ziyade hissedişle izlediğim filmi çok sevdiğimi belirtmeden geçmeyeyim. Düşününce kulağa saçma gelebilir: insan anlamadığı bir şeyi sevebilir mi? Ama oluyor işte. İnsanları Seyreden Güvercin, benim için nefis bir seyirlikti. Karşısına geçip uzun uzun baktığım, çizgilerin ne anlam ifade ettiğini tam anlayamasam da renklerin uyumundan, çizgilerin kıvrımından bir şeyler hissederek beğendim soyut bir tablo gibi.
A Piegon Sat on a Branch Reflecting on Existence
Roy Andersson 2014
Yıldız Karnesi: ****