Okul kütüphanesinden aldığım kopya ve notlarım arzı endam ederken |
Bu yazın ilk Peyami Safa romanını bitirmiş bulunuyorum. Sinema uyarlamasını bulmak umuduyla Youtube'da biraz dolanırken fark ettim ki kitabın ne çok incelemesi çekilmiş! Yüz sayfalık romanı dört dakikada özetleyen bir versiyonu bile var. Amacım bunca özete bir yenisi eklemek değil elbette. O yüzden kitabın konusundan kısaca bahsedip, neler düşündüğüme geçeceğim.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, on beş yaşındaki genç bir erkeğin hastalığı sebebiyle yaşadığı içsel yolculuğu anlatıyor. Birinci şahıs tarafından aktarılan hikayede ana karakter, annesiyle yoksul bir mahallede yaşar (muhtemelen Fatih tarafları). Uzak akrabası olan bir paşanın Erenköy'deki köşküne gidip gelir. Aralarındaki yaş farkına rağmen Paşa ile kurduğu bir dostluğu vardır. Paşanın kızı Nüzhet'e aşıktır. Aslında uzun süredir beslediği duyguların ne olduğunu yeni yeni anlamaktadır. Roman boyunca başta Nüzhet olmak üzere köşktekilerle yaşadığı kırılgan ilişkiyi, moral bozukluğunun fiziksel bir rahatsızlığı nasıl körükleyebildiğini ve "sağlam olmama" halinin insan psikolojisine yaptığı etkiyi dinleriz.
Peyami Safa'ya yöneltilen en büyük eleştirilerden biri romanlarında modernleşme sürecindeki toplumu Doğu-Batı ikiliğine indirgeyerek ele alması, Batı'yı temsil eden karakterleri mutlak kötü ve ahlaksız olarak tasvir ederken, Doğu'yu temsil eden karakterleri mutlak doğru ve erdemli olarak çizmesidir. Bu romanda söz konusu indirgemeciliğe tam anlamıyla rastlamadım ama Safa'nın bu yöndeki düşünce yapısına dair ufak tefek ipuçları görmek mümkündü. Örneğin, Paşa ile arasının açılmasına sebep olan yemek sahnesi buna iyi bir örnek teşkil eder. Yemekte sıkı bir Fransız hayranı olan Paşa (ve Nüzhet'le evlenmek isteyen doktor Ragıp) imparatorluğun savaşa Almanya'nın müttefiki olarak katılmasının ardından sokaktaki Fransızca tabelaların -Almanlara yaranmak amacıyla- siyaha boyanmasını eleştirir. Ana karakter ise Türkçe yerine başka bir dilde tabela yazılmasına karşı çıkar. Buna karşılık Paşa ve doktor Fransızca'nın gündelik dildeki yaygın kullanımını savunur. Doktor, Türkçe'nin yetersizliğinden dolayı reçeteleri bile Fransızca yazmaktadır. Muhataplarının argümanlarını "kozmopolit," "alelade Tanzimat fikri" olarak çerçeveleyen ana karakter, Nüzhet'ten destekler bekler ama o da "Batıcıların" tarafını tutar. Üstelik yemekte Paşa öfkesine hakim olamaz ve ana karaktere hakaret eder. Ana karakterin "düşüşü" tam da bu yemekten sonra başlar.
Söz konusu Doğu-Batı meselesine dair başka vurgular da mevcuttu. Örneğin ana karakterin hastalığının ismi sürekli Fransızca telaffuz edilir ya da hastanedeki doktorlar onun anlamayacağını düşünüp kendi aralarında Fransızca konuşur. Nüzhet, Doğu-Batı ikileminde bir tarafı temsil etmekten ziyade ana karakterin duygusal durumunu etkileyen (en az hastalığı kadar kuvvetli) bir role sahip gibi görünür. Gerçi yaptığı seçimlerle bu ikilemin neresine oturacağını tahmin etmek zor değil ama romanın asıl derdi bu değildir. Peyami Safa, romanın son kısmında, tedavisi yıllarca süren hatta uzuv kaybetme tehlikesi taşıyan bir hastalığa sahip olmanın kişi üzerinde yarattığı psikolojik etkilere daha fazla odaklanır. Modernleşme tartışmalarının kıyısından dolaşan romanın esas meselesi hasta psikolojisini deşifre etmektir.
Romandan iki alıntı:
"Büyük bir hastalık geçirmeyenler her şeyi anladıklarını iddia edemezler."
"Bu sefer demir parmaklıklı kapıdan bahçeye girerken, Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna doğru, ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürken, camlı kapıların garip beyazlıkla gözlerime vuran ve içimde korku ile karışık yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize girerken, yalnız değilim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder