27 Şubat 2013

Mutlu Aile Defteri (2013)


Mutlu Aile Defteri'ni açıkçası fazla bir beklentim olmadan izledim. Asu Maro'nun oyuncularla yaptığı Milliyet Sanat röportajını okumuştum önceden. Oyuncu kadrosunda sırf tanınmış, güçlü oyuncular bulunan filmlerle ilgili ön yargımdan dolayı (bütün işi oyuncuların performansına bağlar ve senaryoyu vs. fazla önemsemezler diye düşündüğümden) izlemek konusunda kararsızdım. Röportajda birbirleriyle uyum içinde çalıştıklarını, Tuncel Kurtiz'den ve birbirlerinden çok şey öğrendiklerini, eğlenceli bir set ortamında filmi tamamladıklarını anlatan ekibe bir şans vermek istedim. Filmin beni şaşırtmasını umarak gittim sinemaya.    

25 Şubat 2013

Kauwboy (2012)


Hollanda'nın bu seneki Oscar yarışı için seçtiği Kauwboy, sevgiyi, dostluğu, yalnızlığı ve özlemi küçük bir çocuğun gözünden çok naif bir dille anlatan bir film. 10 yaşındaki Jojo, babasıyla birlikte yaşayan yalnız bir çocuk. Yaz tatilinde olduğunu tahmin ettiğim Jojo'nun hayattaki tek sosyal aktivitesi, oyucusu olduğu su topu takımının antremanlarına gitmek. Jojo günün birinde, yuvasından düşmüş yavru bir kargaya rastlıyor. Annesinin terk ettiği bu siyah, çirkin, savunmasız, bakıma muhtaç kuşu alıp evine götürüyor. Babasının asla razı gelmeyeceğini bildiği için kargayı kendi başına, gizli gizli besliyor. Jojo'nun ve Hollandaca'da Kauw denen (İngilizcesi Jackbird olan) bu minik karganın yoldaşlığı böylece başlıyor. Bu sıcak, eğlenceli, yer yer iç burkan, hüzünlü arkadaşlıkta ikisi de birbirini kaybettiklerinin yerine koyuyor. Jojo'nun babasından bir türlü göremediği ilgi ve alakayı büyük bir özveriyle yeni dostuna sunmasıysa insanın içini burkuyor. Gerçeği kabullenemeyen, kurduğu küçük dünyasında kendi gerçeğini yaşayan Jojo'nun Kauw ile başlattığı yoldaşlık, babasıyla olan ilişkisinde de derin izler bırakıyor. Her ne kadar depresif bir anlatıma sahip olmasa da Jojo'nun hikayesi epey hüzünlü. Yine de çocuk oyuncu Rick Lens'in harika bir iş çıkardığı, izleyeni çabucak yakalayan ve sonuna kadar bırakmayan bu alçakgönüllü filmi kaçırmayın derim.

Kauwboy 
Yönetmen: Boudewijn Koole
Hollanda - 2012
Yıldız Karnesi: ***1/2

19 Şubat 2013

Süreyya Sami Polisiyesi - Barış Uygur


Feriköy Mezarlığı'nda Randevu (2012), Barış Uygur'un, bizi Süreyya Sami ile tanıştıran polisiye dizisinin ilk kitabı. Eski bir polis olan Süreyya Sami şu hayatta görüp göreceğiniz en rahat kitap karakterlerinden. Babasının zoruyla polis kolejine giren, ardından polis akademisini bitirip göreve başlayan Süreyya, zorunlu hizmet için doldurması gereken sekiz seneyi tamamladığında görevinden istifa etmiş. O gün bugündür kendi tabiriyle ''ufak tefek'' işler yaparak geçinen Süreyya, badana-boyacılıktan devlet dairesinde iş takibi yapmaya kadar geniş bir yelpazede hizmet sunuyor. Arada, o da neredeyse aradaki tanıdıklar hatrına, kayıp insanları bulmak için kollarını sıvıyor. Parayla pulla pek işi olmayan, bakkala kabarık bir veresiye borcu bulunan Süreyya ne teknolojinin en çılgın takipçisi, ne de dedektiflerin en çakal, en kurnazı. Parasının yettiği ölçüde yaşayan, kütüphaneye gidip gazetelerin eski sayılarını okumaktan hoşlanan, bekar, çocuksuz, kimsesiz bir adam.

18 Şubat 2013

Seçilmiş Kişi - Carol Lynch-Williams

Seçilmiş Kişi (The Chosen One)
Carol Lynch-Williams
Optimum Kitap (2012)
Yıldız Karnesi: **

Orijinal ismi The Chosen One olan, Türkçesi Optimum Kitap'tan çıkan Seçilmiş Kişi, onüç yaşındaki Kyra'nın hikayesini anlatıyor. Kyra, toplumdan izole edilmiş dini bir toplulukta babası, onun üç eşi ve yirmi civarında kardeşiyle birlikte yaşayan bir kız çocuğu. Bu dini topluluğun Peygamber diye hitap edilen bir lideri var. Peygamber, babasından devraldığı koltuğa oturduğu günden beri topluluğun yaşayış tarzında önemli değişikliklere imza atmış. Misal, dini kitaplar dışındaki bütün kitapların yakılmasını emretmiş, yasaklı kitap okuyanların cezalandırılacağını söylemiş. Kyra, yaşadığı topluluğun kurallarına körü körüne bağlı bir çocuk değil. Yasak olmasına rağmen gizli gizli bir sürü kitap okuyor. Geceleri sevdiği çocukla buluşuyor. Hayatını, kendi açtığı kanallarla sessiz sedasız idame ettirirken, Peygamber'in verdiği bir kararla bütün düzeni altüst oluyor. Kyra'nın altmış yaşında, hali hazırda altı eşi bulunan amcası Hyrum'la evlenmesi buyruluyor. Bu evliliğe en başından karşı çıkan, kendi istekleri ve topluluğun yaptırımları arasında sıkışıp kalan Kyra'nın yapacağı seçim ise pek çok insanın hayatında geri dönülemez değişimlere sebep oluyor.

13 Şubat 2013

Oradan Buradan: Cerise Doucède

Cerise Doucède genç bir fotoğraf sanatçısı. Sanırım düz bir ''fotoğrafçı'' tabiri onu tanımlamak için son derece yetersiz kalır çünkü Doucède birbirinden etkileyici fotoğraflarını kendi kurguladığı ortamlarda ''yaratıyor''. 2010 yılında Paris'teki Fotoğrafçılık Okulu'ndan (SPEOS) mezun olmuş. O günden beri kolektif pek çok sergi açan Doucède, 2011 yılında Le Royal Monceau Raffles Paris ''Genç Fotoğrafçı'' ödülünü kazanmış. İki büyük projesi var: İlki gündelik hayatın döngüsünü gözler önüne seren Quotidien. İkincisiyse kişileri akıllarından geçen düşüncelerle sergilediği, aynı zamanda okulu bitirme projesi Égarement. İki projenin de ortak özelliği bir sicimle tutturulmuş, havada duran objelerin yer aldığı, bakan kişide zamanın içinde donmuş, bir kareye hapsolmuş izlenimi uyandıran fotoğraflardan oluşması. Égarement serisini de beğendim ama aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz Quotidien daha bir kalbimi çaldı.  


Uyumak ve yemek yemek günlük yaşam döngümüzün herhalde en temel iki kısmı.



Günlük döngüyü iş yerinde bir masa başında, bilgisayar karşısında ya da evrakların arasında geçiriyor, veya öğrenciysek okulda ders çalışarak devam ettiriyoruz.


Pek çok insan için gün, mutfağın kapısından girmeden tamamlanmıyor.


Ne giyeceğimize karar vermek için ya da sadece vakit geçirmek için odamızda olduğumuz zaman da -özellikle kendi evi olmayıp ailesi ile yaşayanlar için- yadsınamayacak kadar çok.


En sevdiğimi en sona sakladım. Siz de kimi gündelik sohbetler sırasında kendinizi ''benim ne işim var burada?'' derken bulmuyor musunuz?

Cerise Doucède'in internet sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.  

12 Şubat 2013

Eldfjall (2011)


Orijinal adı Eldfjall -İngilizce ismi ile Volcano- 2011 yapımı bir İzlanda filmi. Filmin ana karakteri Hannes, kendine ''balıkçı'' dedirten ama aslında bir lisenin temizliğinden vs. sorumlu bir çalışandır. Hayatından pek de mutlu olmadığını anladığımız Hannes günün birinde emekli olur ve bütün enerjisini hayatta belki de anlamlı bulduğu tek şey olan balıkçılığa ve babasından yadigar teknesine yöneltir. Bir ailesi olmasına rağmen yalnız bir adamdır. Zira ailesiyle pek iyi ilişkiler içinde değildir. Çocuklarıyla anlaşamaz, hele karısına epey kötü davranır. Günün birinde hayatının altüst olacağının farkında olmadan tüm kaprislerine devam eder. Bencilliğinin farkına vardığı günün ertesi ezbere bildiği herşey değişir. Eldfjall, alışık olduğu düzen birden bire değişince vicdan muhakemesine giren yaşlı bir adamın hikayesi. Büyüdükçe aralarına mesafe giren çocuklarıyla uzlaşma, onların gözündeki baba imajıyla mücadele etme çabası. Uzun süren evliliklerinde belki de istemeden uzaklaştığı, oysa bir zamanlar çok sevdiği karısına vefa duruşu. Bütün kısa sürede gereçekleşen değişim hikayelerinde olduğu Hannes'in geçirdiği çabuk değişim de beni rahatsız etti. Yine de filmin atmosferi, kaba saba Hannes'in çocukları ve karısıyla bir iletişim kurabilmek için çırpınışları ve çaresizliğinin anlatımı beni kendine çekmeyi başardı. Haneke'nin son filmi Amour'u izleyenler konu itibarıyla iki film arasında birtakım benzerlikler bulacaktır. Lakin Haneke yaşlı bir çiftin yeni koşullarda sınanan ilişkisine odaklanırken, Eldfjall Hannes karakterine ve onun ailesiyle olan ilişkisinde yaşadığı dönüşüme odaklanıyor. Haneke'nin filminde anlatım daha yoğun ve yorucu. Eldfjall ise izleyiciyi daha az yoran bir anlatımla Hannes'in ailevi durumuna ortak ediyor. Geçtiğimiz sene İzlanda'nın yarışma için Oscar'a gönderdiği yapım olan Eldfjall, Kuzey Avrupa sinemasının dram türünde çıkardığı kalburüstü örneklerden biri.

Yönetmen: Runar Runarsson
Yılı: 2011
Yıldız Karnesi: ***

6 Şubat 2013

Sleepwalk With Me (2012)



Sundance 2012'de izleyiciyle buluşan Sleepwalk With Me, mütevazi bir komedi filmi. Başrol oyuncusu Mike Birbiglia'nın yazıp yönettiği filmin enteresan bir evveliyatı var. Film, aslen Birbiglia'nın 2008 senesinde yazıp oynadığı tek kişilik bir off-Broadway gösterisi. Ardından Sleepwalk With Me and Other Painfully True Stories diye bir kitap çıkarmış Birbiglia. Kitabı da film takip etmiş. Filmde Birbiglia'nın canlandırdığı Matt Pandamiglio, otuzlu yaşlarının ortasına gelmiş ama hayattan ne beklediğine hala karar verememiş biridir. Stand-up komedyeni olmak ister lakin stand-up yapanların sahne aldığı bir barda barmenlik yapmaktadır. Bazı geceler patronu sahneye çıkmasına izin verir. Bunu Matt kendini geliştirsin, komedyen olma hayaline yaklaşsın diye değil, genellikle sahne alacak kişi geciktiği için yapar. Zaten Matt'in de hayallerine ulaşacak hali yoktur, zira sahnede çok heyecanlıdır ve hazırladığı esprilere pek gülen çıkmaz. Yapmak istediği işin etrafında dans eden ama bir türlü merkeze ulaşamayan Matt'in güzel mi güzel bir sevgilisi vardır. Ama Abby ile Matt'in hayattan beklentileri farklıdır. Abby ev almak, bir yere yerleşmek, kök salmak derdindedir (zaten bir kadın hayattan başka ne bekler değil mi Mike Birbiglia?) Oysa -tabi ki bir erkek karakter olarak- Matt'in hayatla ilgili kafası karmakarışıktır. Ailesi düzenini kurması yönünde Matt'i sıkıştırınca dertlerine bir yenisi eklenir: o artık bir uyurgezerdir! Film Matt'in bir nevi kendini bulmak için çıktığı yolculuğu, bu esnada kazandıklarını ve kaybettiklerini, bulduklarını ve vazgeçtiklerini anlatıyor. Hayattan ne beklediğini anlamak için yaşıtı insanlara göre epey geç kalmış bir adamın, istemediği bir yola sürüklenmemek için son çırpınışı, son şansı belki de. Bence filmin komedi unsuru Matt'in film boyunca yaptığı esprilerden ziyade (ben hiçbirini komik bulmadım), uyurgezerliği sonucu başına gelenler. Sleepwalk With Me, kahkahalar attırmasa da gülümseten, izleyeni eğlendirmeyi başaran bir film. Hayallerin peşinden gitmenin yaşı başı olmadığını hatırlatıp, sistemin hizaya sokucu bütün çağrısına rağmen kuyruğu dik tutup, istediğimiz hayat neyse onu yaşamamızı salık veriyor.

Yönetmen: Mike Birbiglia, Seth Barrish
Yılı: 2012 
Yıldız Karnesi: **1/2

5 Şubat 2013

Lore (2012)


İstanbul Modern Sinema'nın düzenlediği "Oscar'ın Yabancıları" programında izleme şansı yakaladığım Avustralya-Almanya ortak yapımı Lore, pek çok filme konu olmuş II. Dünya Savaşı'na farklı bir yönden, kaybedenlerin gözünden bakan bir film. Nazi sempatizanı bir ailede büyüyen Lore'nin hayatı savaşın sona ermesi ile altüst olur. Önce yaşadıkları evden birkaç parça eşya alarak kaçmak zorunda kalırlar. Sonra anne ve babası yargılanmak üzere Müttefik Kuvvetlere teslim olur. Hayatta kalabilmek için Lore'nin biri kundakta bebek, dört kardeşiyle Almanya'yı boydan boya geçmesi ve Hamburg'daki büyükannesine gitmesi gerekmektedir. Lakin savaşın ardından müttefiklerce parçalanan Almanya'da hayat kaybedenler için hiç de kolay değildir. Aslında sadece kaybedenler değil, bütün halk açlık, sefalet ve hastalıkların pençesinde kıvranır. Bir gün karşılarına Thomas çıkar. Yahudi Thomas, Lore için ''öteki''nin yanıbaşındaki varlığıyla tanışması demektir. Anne-baba otoritesinin altında katı bir disiplinle yetişen, yokluk nedir bilmeyen Lore ve kardeşleri hem kendi başlarına olmaya, hem de yokluğa alışmaya zorlanır. Çıktıkları yolculuk hayata dair edinebildikleri tüm bilgileri sınayacak, kişiliklerini test edecek, inançlarını sorgulatacaktır. ''Savaşı kaybettikten sonra Almanya'ya neler oldu?'' sorusunu soran Lore, bizlere savaşın galibi olmadığını hatırlatan bir yapım. Filmin belki de tek sorunu pek de akıcı olmayan diyalogları.  Gerçi film derdini diyaloglardan ziyade görsellikle anlatmak peşinde. Genç hatta çocuk oyunculardan kurulu kadro, oyunculuk anlamında harika bir iş çıkarmış. Avustralya'nın 2013 Oscar adayı olan Lore, Almanya'nın savaş sonrası dönemine, Nazi sempatizanı ailede büyümüş beş çocuğun gözünden bakmak isteyenlere gayet iyi bir tavsiye.

Yönetmen: Cate Shortland
Yılı: 2012
Yıldız Karnesi: ****