Adamın adı Behzat Ç. Neden bıkmadan usanmadan Behçet dedim bilmiyorum. Hayır tanıdığım herhangi bir Behçet de yok. Zaten tanıdık bir Behçet bulma ihtimalim epey düşük olmalı. En son Behçet ismi verilen çocuk 1930larda filan doğmuştur diye düşünüyorum. Nedense Behçet ismi, içinde ancak şöyle bir cümle geçen romanda karşıma çıkar gibi geliyor: "Behçet ince hastalıktan öldü geçtiğimiz yıl". Behçet ve ince hastalık. Yani sanki Behçet ismindekiler mutlaka ince hastalığa tutulur gibi. Nasıl Muniseler hep çok iyi sırdaşsa Nerimanlar hep kötü kadınsa, Behçetler de ince hastalık kurbanı. Bilmem anlatabildim mi? (Agresif yazar)
Asıl konuya geri dönüyorum.
Bu yazki İstanbul seferinde aldığım kitaplardan ikisi: Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat. Bundan birkaç sene önce bir arkadaşım "Sen kesin seversin. Mutlaka al oku. Adı Her Temas İz Bırakır" demişti. O zaman alıp okuyamamıştım, bu zamana kısmetmiş. Öncelikle sonda söyleyeceğim şeyi başta söyliyeyim: İki kitabı da ayrı ayrı çok beğendim.
Kitabın başlığında her ne kadar "Bir Ankara Polisiyesi" yazsa da alalade cinayetler değil işlenenler. Siyasi meseleler. Yani suya sabuna dokunmayan kitaplar değil. İkisinin de yaşadığımız toplumla ilgili belli dertleri, hesaplaşmaları var. Stieg Larsson'ın serisini sevmem de buna benzer bir nedene dayanıyor. Bir cinayeti anlatırken göz ardı edilen, hiç konuşulmayan, hatta örtbas edilen meselelere el atıyorlar.
Aslında cinayet iki kitapta da ön planda değil. Gayet de geri planda. Asıl ön planda olan karakterlerin kendileri. Behzat Ç. yarı kaçık yarı babacan bir komiser. Eşinden ayrılalı uzun zaman olmuş. Kızı ile ciddi sorunları var. İnsanı fazla şaşırtmayan bir karakter aslında. Şaşırtmamasından kastım tanıdık bildik olması. Ne hafif babacanlığı ne de yarı kaçıklığı bana enteresan geldi. Başta biraz kıldım aslında Behzat Ç.'ye. Sonra sonra geçti. Yine de romanlardaki en favori karakterim olmadı hiç bir zaman. Aslında kurgunun belkemiğini oluşturuyor ama Emrah Serbes öyle ilginç yan karakterler yaratmış ki - mesela Harun gibi, mesela Şule gibi (Benim kim olduğum seni hiç ilgilendirmez. Şule, Jale, Berna ya da Selma ne fark eder?)- Behzat Ç.'yi zaman zaman gölgede bırakıyorlar. Hani "Behzatçığım (dikkat edersen Behçet de demedim) sen iki gez dolaş da biz şurada Şule ve Harun'la biraz takılalım" durumları gibi.
Harun cinayet masasının en zıpır üyesi. Aynı zamanda en çabuk parlayanı. En gözüpeki. Aşık olduğu Eda, kendisiyle değil de ekipten Selim'le beraber olmak istediği için devamlı arıza çıkarıyor. Gereksiz yere kavgalar çıkarıyor. Sorgu odasında insanları itip kakıyor, hakaret ediyor, tehdit ediyor, korkutuyor. Küfrediyor. Öyle masal kitaplarında anlatılacak türde bir polis değil. Behzat Ç. de öyle. Onun da küfretme, kötü davranma, dayak atma konusunda Harun'dan aşağı kalır yanı yok. Zanlıları konuşturmak için bazen akla hayale gelmeyecek yöntemler deniyorlar.
Diğer karakterler Harun kadar derinlikli işlenmemiş. Akbaba deneyimli polis. Cinayetçi doğmuş öyle de ölecek. Hayalet ise adı üstünde gerçekten de bir hayalet. Kimi bulup sorguya getirmek gerekiyorsa Hayalet'e havale ediyorlar. Eliyle koymuş gibi alıp getiriyor. Şule karakteri serideki en favori karakterim. Hem komik, hem deli, hem lafları çat çat söylüyor, hem söylediği bütün laflar tak tak yerine oturuyor. Şule her zaman haklı. Kendi ismi ile ilgili söylediği şey de üzerinde düşünmeye değer aslında.
Diyaloglar çok başarılı. Hele küfürler konusunda elini sıkıp tebrik etmek isterim Serbes'i çünkü gerçekten çok yaratıcı. Enteresan bir şekilde iki kitabın da sonlarına doğru öyle güzel öyle esprili diyaloglar, sahneler vardı ki defalarca okudum. (Misal Cevdet!) Benim yüsek sesli gülüşmelerimden kitapları merak eden bizimçocuk ben bitirir bitirmez kitaplara el koydu.
Romanlarda en çok gözüme çarpan ve çok iyi işlenmiş meselelerden birisi Türkiye'de insanları ele geçirmiş olan "devletim kutsaldır, ona yamuk yapanı asla affetmem" mentalitesi. Türkiye'de devlet kutsal. Devlet asla hata yapmaz, masum insan öldürmez. Devlet asla kötülük yapmaz. Devlet hep önce gelir. Vatandaş hep ikincildir. Tabi bir diğer mesele de polis teşkilatının içindeki hiyerarşi. Güç dengesi(zliği). Terörle Mücadele denince akan suların durduğu bir kurum. Polisin polisten üstünlüğü. Bunun sağladığı tonlarca kolaylık. "Power tends to corrupt, absolute power corrupts absolutely" sözünü hatırlatacak bir vaziyet. Zaten bildiğiniz ama ülkenizde hiç seslendirilmeyen meselelere el atmaktan çekinmiyor Serbes.
İkinci kitabın başındaki alıntı ile roman arasında kurulan bağlantıyı da çok beğendiğimi söylemeden geçmeyeyim. Uzun lafı kısası polisiye türünü sevin sevmeyin, bir Emrah Serbes romanı mutlaka edinin.
Asıl konuya geri dönüyorum.
Bu yazki İstanbul seferinde aldığım kitaplardan ikisi: Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat. Bundan birkaç sene önce bir arkadaşım "Sen kesin seversin. Mutlaka al oku. Adı Her Temas İz Bırakır" demişti. O zaman alıp okuyamamıştım, bu zamana kısmetmiş. Öncelikle sonda söyleyeceğim şeyi başta söyliyeyim: İki kitabı da ayrı ayrı çok beğendim.
Kitabın başlığında her ne kadar "Bir Ankara Polisiyesi" yazsa da alalade cinayetler değil işlenenler. Siyasi meseleler. Yani suya sabuna dokunmayan kitaplar değil. İkisinin de yaşadığımız toplumla ilgili belli dertleri, hesaplaşmaları var. Stieg Larsson'ın serisini sevmem de buna benzer bir nedene dayanıyor. Bir cinayeti anlatırken göz ardı edilen, hiç konuşulmayan, hatta örtbas edilen meselelere el atıyorlar.
Aslında cinayet iki kitapta da ön planda değil. Gayet de geri planda. Asıl ön planda olan karakterlerin kendileri. Behzat Ç. yarı kaçık yarı babacan bir komiser. Eşinden ayrılalı uzun zaman olmuş. Kızı ile ciddi sorunları var. İnsanı fazla şaşırtmayan bir karakter aslında. Şaşırtmamasından kastım tanıdık bildik olması. Ne hafif babacanlığı ne de yarı kaçıklığı bana enteresan geldi. Başta biraz kıldım aslında Behzat Ç.'ye. Sonra sonra geçti. Yine de romanlardaki en favori karakterim olmadı hiç bir zaman. Aslında kurgunun belkemiğini oluşturuyor ama Emrah Serbes öyle ilginç yan karakterler yaratmış ki - mesela Harun gibi, mesela Şule gibi (Benim kim olduğum seni hiç ilgilendirmez. Şule, Jale, Berna ya da Selma ne fark eder?)- Behzat Ç.'yi zaman zaman gölgede bırakıyorlar. Hani "Behzatçığım (dikkat edersen Behçet de demedim) sen iki gez dolaş da biz şurada Şule ve Harun'la biraz takılalım" durumları gibi.
Harun cinayet masasının en zıpır üyesi. Aynı zamanda en çabuk parlayanı. En gözüpeki. Aşık olduğu Eda, kendisiyle değil de ekipten Selim'le beraber olmak istediği için devamlı arıza çıkarıyor. Gereksiz yere kavgalar çıkarıyor. Sorgu odasında insanları itip kakıyor, hakaret ediyor, tehdit ediyor, korkutuyor. Küfrediyor. Öyle masal kitaplarında anlatılacak türde bir polis değil. Behzat Ç. de öyle. Onun da küfretme, kötü davranma, dayak atma konusunda Harun'dan aşağı kalır yanı yok. Zanlıları konuşturmak için bazen akla hayale gelmeyecek yöntemler deniyorlar.
Diğer karakterler Harun kadar derinlikli işlenmemiş. Akbaba deneyimli polis. Cinayetçi doğmuş öyle de ölecek. Hayalet ise adı üstünde gerçekten de bir hayalet. Kimi bulup sorguya getirmek gerekiyorsa Hayalet'e havale ediyorlar. Eliyle koymuş gibi alıp getiriyor. Şule karakteri serideki en favori karakterim. Hem komik, hem deli, hem lafları çat çat söylüyor, hem söylediği bütün laflar tak tak yerine oturuyor. Şule her zaman haklı. Kendi ismi ile ilgili söylediği şey de üzerinde düşünmeye değer aslında.
Diyaloglar çok başarılı. Hele küfürler konusunda elini sıkıp tebrik etmek isterim Serbes'i çünkü gerçekten çok yaratıcı. Enteresan bir şekilde iki kitabın da sonlarına doğru öyle güzel öyle esprili diyaloglar, sahneler vardı ki defalarca okudum. (Misal Cevdet!) Benim yüsek sesli gülüşmelerimden kitapları merak eden bizimçocuk ben bitirir bitirmez kitaplara el koydu.
Romanlarda en çok gözüme çarpan ve çok iyi işlenmiş meselelerden birisi Türkiye'de insanları ele geçirmiş olan "devletim kutsaldır, ona yamuk yapanı asla affetmem" mentalitesi. Türkiye'de devlet kutsal. Devlet asla hata yapmaz, masum insan öldürmez. Devlet asla kötülük yapmaz. Devlet hep önce gelir. Vatandaş hep ikincildir. Tabi bir diğer mesele de polis teşkilatının içindeki hiyerarşi. Güç dengesi(zliği). Terörle Mücadele denince akan suların durduğu bir kurum. Polisin polisten üstünlüğü. Bunun sağladığı tonlarca kolaylık. "Power tends to corrupt, absolute power corrupts absolutely" sözünü hatırlatacak bir vaziyet. Zaten bildiğiniz ama ülkenizde hiç seslendirilmeyen meselelere el atmaktan çekinmiyor Serbes.
İkinci kitabın başındaki alıntı ile roman arasında kurulan bağlantıyı da çok beğendiğimi söylemeden geçmeyeyim. Uzun lafı kısası polisiye türünü sevin sevmeyin, bir Emrah Serbes romanı mutlaka edinin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder