28 Mayıs 2009

Kafamdaki Makina

Asi ve Demir ciftini ekranlarin en kotu opusen cifti seciyorum, sevgili okur. Buradan senaristlere sesleniyorum, bu ikisine ne opusme ne de ask sahnesi yazin. Yani opusme sahnesi olmamasi konusunda kesin kararliyim ama illa biz birbirimizi sevmek istiyoruz diyorlarsa o zaman da birazcik rol yapmasini ogrensinler. Cok uzaklara da bakmalarina gerek yok hani , yani baslarinda Cetin Tekindor ve Nur Surer duruyor. Demir'in o kollarini vucuduna yapistirip rap rap yurumesi yok mu, 'kucuk asker, kucuk asker" sarkisini getiriyor aklima. (Aslinda o dizide kollarini vucuduna yapistirmadan yuruyen erkek yok gibi. Cetin Tekindor haric tabi) Mimik bile yapamayan oyuncular ask sahnesi cevirmesin canim!

Son birkac aydir izlemeye basladigim Yaprak Dokumu'nde Ali Riza Bey 2 sezonu da o catik kaslarla mi oynadi merak icerisindeyim. Uzulunce catik kas, sevinince catik kas, kizinca catik kas (o tamam) Ali Riza Bey'cigim arada bir tebessum etsen mesela? Her duyguda farkli yuz kaslarini calistiran Guven Hokka'da mi ozendiremiyor anlamiyorum ki. Bir de Necla'nin ses tonu bir tek beni mi irrite ediyor? Hikayenin absurdlukte ulastigi noktayi tartismaya acmiyorum bile. Gereksiz. Ama Ali Riza Bey'den ricam bari son bolumde benim icin bir gulsun, olma mi?

Dizilerin en ruh hastasi karakteri tartismasiz Bir Bulut Olsam'daki Mustafa Bulut. (Aslinda tam gazetelerin sevecegi turden bir insan kendisi - "cilgin asik" diye baslik atmaya bayildiklari memleket psikolarinin ekrandaki mumessili) Melisa Sozen ve Engin Altan Duzyatan'da goze batmadan oynayip yuvarlanip gidiyorlar ailecek. Yalniz Narin'in 17'lik goruntusu kahkullerle filan biraz biraz idare ediyordu ama kahkuller kalkip bir de makyaj yapilinca bizim kiz da bir buyudu pir buyudu. Son bolumde Mustafa'nin annesi Narin'in annesine "Senin kizin benim oglumu bastan cikardi" deyip basti gitti, hic yakistiramadim. Zaten bu "bastan cikaran seytan kadinlar" soylemine ezelden beri sinir olurum. Kocasi aldatan da buna siginir, oglu karisini aldatan da. Kadin seytandir, bastan cikarir. Oh valla, yillardir duzen ne guzel kurulmus tikir tikir isliyor erkekler lehine. Bir de kadinlar da bunun parcasi olmuyorlar mi tirnaklarimi yemek istiyorum. Butun bolum boyunca bekledim, bir allahin kulu da cikip kadina agzinin payini vermedi. Meral Okay dizide iyi hos okuyamayan kiz cocuklarini okutuyor ama olay okutmakla bitmiyor iste. O kizlardan biri de yarin obur gun "seytan, bastan cikaran kadin" cumlesini kurdu mu neye yaradi onca emek?

Her ne kadar Bir Bulut Olsam'i duzenli izlemeye calissam da soyle bir gercek var ki Turkiye yapimi dizileri izlerken cok ama cok sıkılıyorum. Iyi ki internet uzerinden izlemenin hizli hizli sahneleri gecme kolayligi var. Bir diziyi izlemem en fazla 20 dakikami aliyor boylece. Televizyonun basinda mumkunati yok bu dizileri izleyemem.

26 Mayıs 2009

New York'u Nasil Bilirsiniz?

"It is an ugly city, a dirty city. Its climate is a scandal. Its politics are used to frighten children. Its traffic is madness. Its competition is murderous. But there is one thing about it-once you have lived in New York and it has become your home, no other place is good enough."

John Steinbeck

Kabaca cevirecek olursam (ben hep kabaca ceviririm zaten, cevirim asla iyi degildir)

"Cirkin bir sehir, kirli bir sehir. Iklimi bir skandal. Siyaseti cocuklari korkutmak icin kullanilir. Trafigi delilik. Rekabeti olumcul. Ama onunla ilgili bir sey var ki-bir kere New York'ta yasadiysaniz ve sizin eviniz olduysa, diger hicbir sehir yeteri kadar iyi degildir."
John Steinbeck

New York'la ilgili simdiye kadar okudugum/duydugum en guzel sozcukler bunlar...

14 Mayıs 2009

Fahişe

Teoman'in "Fahişe" şarkisini deli gibi begenen bir ben miyim acaba?

Herkes, dedi, merak içinde, ölümden sonra hayat var mı diye
Boşuna düşünürler, sanki hayat varmış gibi ölümden önce

----

Tek başıma bu vücutla fırlatıldım bu dünyaya
Aşk da basit, pişmanlık da,
Hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe,
Ben değil bu dünya
Fahişe.

Durmadan dinliyorum. Sesini sonuna kadar acip.

Ruhuma iyi geliyor.

8 Mayıs 2009

Inevitability of Your Own Death

"Life has no meaning the moment you lose the illusion of being eternal" J.P. Sartre

Bugun Stanley derste Sartre'in "kendi ölümünün kacinilmazliginin farkina vardigin an yasamaya baslarsin" dedigini soyledi. ölüm meselesine bu kadar kafayi takmisken Sartre okumanin zamani gelmis de geciyormus. Okuma listem kabardikca kabariyor, lakin listede bir ilerleme yok.

Su okul bir tatil olsun.

4 Mayıs 2009

Whose Hoose is That?



Ben sonbahara kadar bir daha gidemeyiz diyordum ama bizim cocuk okulun son 2 haftasina 2 Broadway oyunu sıkıştırdı. The 39 Steps ve Chicago..

The 39 Steps'e cuma aksami gittik. Aslinda bu oyunla ilgili en ufak bir bilgim yoktu ama bizim cocuk zamaninda hazirlikta ingilizce dersinde kitabini okumus, konusu casusluk deyince icimdeki CSI ruhu kabardi ve gidelim dedim. (Cocukken Enid Blyton kitaplari okuyup, canim anneannemle "Muder, She Wrote" dizisindeki Jessica Flectcher'i ve TRT-1'de yayinlanan "Iz Pesinde" dizisini seyrederdim. Ne zaman anneannemlere gitsek kutuphanesindeki Agatha Christie'leri alip bir koseye cekilirdim. Soranlara "ileride dedektif olucam" derdim. Cok cesur bir cocuk da degildim hani. Hayal iste..)

Eveeet, yine dagittim konuyu toparliyorum sevgili okur panik yok.

Cuma aksami The 39 Steps'e gittik. Bu sefer ki bildigimiz tiyatro oyunuydu, muzikal degildi. Oyun kadrosu toplam 4 kisi ama oyle bir oynadilar ki sanirsiz 30 kisi sahne aliyor. O kadar hizli ve basarili karakter degisimi. Karakter degisimini vurgulamak icin -konusma ve ses tonu degisiminin yaninda- zekice planlanmis kostum degisimi. Yine insani hayrete dusurecek dekor kullanimi.

Casusluk hikayesini icine mizah katarak sahnelediler ama oyle bir oynadilar ki sanki tiyatro degil de film izledik. Tren uzerinde kovalama sahnesi oynadilar mesela. Sahnede aralari biraz mesafeli yerlestirilmis sandiklar. Onde esas cocuk Rrrrrichard, arkada Alman casuslar sandiklarin tepesinde ilerliyorlar. Richard devamli pardesusunun eteklerini tutup dalgalandiriyor. Arkadaki Almanlar da ayni sekilde. Salonda derin bir ruzgar sesi. O kadar basarililar ki o sandiklarin tepesinde degilde gercekten trenin tepesinde ruzgarda ilerlemeye calisiyorlar saniyorsunuz. (Asagidaki fotograf tam da bahsettigim sahnenin)


Devlet tiyatrolari boyle birsey icin odenek ayirir mi bilemem ama Londra ve/veya New York'taki belli basli birkac oyunu yonetmenlerin her sene izlemesi gerektigi kanaatindeyim. (Belki de izliyorlardir kimbilir...)

Bu arada biletler cok pahali (bizimki okul icin ayrilmis indirimli bilet statusunde) ve tam da tiyatro kime hitap ediyor -parali orta ust sinifa mi yoksa tiyatro icin bile zaman ve butce ayiramayan alt siniflara mi- sorusunu cok da guzel yanitliyor. Sanirim 2 sene once Istanbul Buyuksehir Belediyesi biletleri 1 ytl'den satmaya baslayinca bu tartisma Turkiye'de patlak vermisti. "Gosteri sanatlari ile eglenmek" anca belli bir sosyo-ekonomik statudeki insanlarin harci. Cem Yilmaz gosterilerine kimler gidebiliyor, ozel tiyatrolarda oyunlari kimler izleyebiliyor, konserleri kimler takip edebiliyor (Depeche Mode konser bilet fiyatlarini gordunuz mu mesela), sinemaya bile kim gidebiliyor..

Bunlari yapabildigi icin insanin kendini "kulturlu" addedmesi ve yapamayanlari "kultursuz, hırto" gormesi ve elestirmesi ("bu halk birak kitap okumayi, gazete okumayi bile bilmez" vs. tavirlari) bana cok buyuk bir iki yuzluluk gibi geliyor. Bence yaptigimiz "kulturel" aktivitelerin ufak bir sinifin imkaninda oldugunun farkinda olarak yasayalim, asagilamayalim, yargilamayalim, o bile bir erdemdir.


** Bu arada baslik the 39 Steps oyunundan bir replik. Iskoc aksani uzerinden yapilmis bir espri...