Önünüze gitmek mi yoksa kalmak mı diye iki seçenek sunsalar hangisini seçerdiniz? Ben tereddüt bile etmeden gitmeyi seçerdim. Çünkü gitmek kolaydır, güzeldir ve heyecanlıdır. Gittiğin yerde geçireceğin süre ne olursa olsun geride kalmaktan iyidir. Çünkü yeniliktir gitmek, değişikliktir. Cazibelidir. Gizemlidir. Sıradanlığın ensesine indirilen şaplak gibidir. Herşeyi olduğu gibi bırakırken geride ve asla bıraktığın gibi bulamayacağını bilerek ama yine de öyle bulmayı hayal ederek yürümektir. Gitmek özgürlüktür. Uzun, çıplak kolları ile bedenine sarılmış hayatı saçlarından tutup savurmaktır. Aynı zamanda bencilliktir gitmek. Kalanı merak etmek, özleyeceğini bilmek ama yine de yürümektir.
Havaalanlarını, tren garlarını, otobüs terminallerini seversin. Hepsi de gitmeyi hatırlatır. Hepsi de yolculuğun başladığı noktalardır. Öncesi zordur belki, ayrılmak düşündüğünden ağırdır. Belki de sevmezsin, düzenin bozulsun istemezsin. Ama bir kere adımını attın mı havaalanına, gidiyorsun demektir, bilirsin. Geri dönüşün yoktur artık. Uçağın tekerlerini yerden kestiği anları seversin. Camdan ardında kalana bakarsın. Eski bir fotoğrafa bakar gibi. Çünkü bilirsin geldiğinde bulsan da yerli yerinde, sen onlarsız onlar da sensiz yaşayacaksınız bir müddet. Beraber yaşanmamış bir zaman dilimi duracak aranızda. Kabullenirsin.
Cesaret işidir gitmek. Herkes gidemez, fark edersin. Ellerin, ayakların dur dediği halde içinden yükselen sesin seline kapılmaktır gitmek. Nedenini bilmesen de gitmen gerektiğini bilirsin. Bir seziştir o, bir hissediş. Nerden gelip nereye gittiğini bilemediğin bir çağrıdır. Sinyali kim gönderir, o arzuyu oraya kim yerleştirir öğrenemezsin. Susadığını, acıktığını fark etmek gibidir. Üşüdüğünü hissetmek gibidir. Sana söylenmeden sen keşfedersin. Zamanı gelince bir tek sen bilirsin.
Yalnızlıktır gitmek. Kendinle başbaşa kalmaktır. Bir uçak koltuğunda ya da bir tren camında kendine bakmaktır. Düşünmektir. İnsan en iyi salına salına sürüp giden bir yolculukta düşünebilir.
Gitmeyi sevdiğin kadar dönüşleri de seversin. Bilinmezliğin cazibesi ile çıkılan yollar özlenenin hasreti ile dönüşüne eşlik eder. Uzun bir yolculuğun son saatleri bir türlü geçmek bilmez. Uzun, çok uzun bir aradan sonra göreceğin yüzleri, o yüzlerde tek tek okuyacağın duyguları düşünürsün. Ne zaman ki görürsün sevincin, özlemin, bekleyişin, sabrın birbirine ilmiklendiği o çehreleri, bütün renkleri birer birer sayarsın. Sonra konuşursun. Sanki biri seni yıllarca susturmuş ve sen bütün kelimeleri avuçlarının içinde biriktirmişsin gibi açıverirsin ellerini. O kadar çok konuşursun. Avuçlarındaki kelimeler tükenene kadar konuşursun. Uzun yolların yolcuları bilirler; pasaport kontrolünü geçtiğinde ya da otobüsten indiğinde heyecanla seni bekleyen birileri varsa, bir kişi bile varsa eğer, o yollardan geri dönülmeye değer.
Havaalanlarını, tren garlarını, otobüs terminallerini seversin. Hepsi de gitmeyi hatırlatır. Hepsi de yolculuğun başladığı noktalardır. Öncesi zordur belki, ayrılmak düşündüğünden ağırdır. Belki de sevmezsin, düzenin bozulsun istemezsin. Ama bir kere adımını attın mı havaalanına, gidiyorsun demektir, bilirsin. Geri dönüşün yoktur artık. Uçağın tekerlerini yerden kestiği anları seversin. Camdan ardında kalana bakarsın. Eski bir fotoğrafa bakar gibi. Çünkü bilirsin geldiğinde bulsan da yerli yerinde, sen onlarsız onlar da sensiz yaşayacaksınız bir müddet. Beraber yaşanmamış bir zaman dilimi duracak aranızda. Kabullenirsin.
Cesaret işidir gitmek. Herkes gidemez, fark edersin. Ellerin, ayakların dur dediği halde içinden yükselen sesin seline kapılmaktır gitmek. Nedenini bilmesen de gitmen gerektiğini bilirsin. Bir seziştir o, bir hissediş. Nerden gelip nereye gittiğini bilemediğin bir çağrıdır. Sinyali kim gönderir, o arzuyu oraya kim yerleştirir öğrenemezsin. Susadığını, acıktığını fark etmek gibidir. Üşüdüğünü hissetmek gibidir. Sana söylenmeden sen keşfedersin. Zamanı gelince bir tek sen bilirsin.
Yalnızlıktır gitmek. Kendinle başbaşa kalmaktır. Bir uçak koltuğunda ya da bir tren camında kendine bakmaktır. Düşünmektir. İnsan en iyi salına salına sürüp giden bir yolculukta düşünebilir.
Gitmeyi sevdiğin kadar dönüşleri de seversin. Bilinmezliğin cazibesi ile çıkılan yollar özlenenin hasreti ile dönüşüne eşlik eder. Uzun bir yolculuğun son saatleri bir türlü geçmek bilmez. Uzun, çok uzun bir aradan sonra göreceğin yüzleri, o yüzlerde tek tek okuyacağın duyguları düşünürsün. Ne zaman ki görürsün sevincin, özlemin, bekleyişin, sabrın birbirine ilmiklendiği o çehreleri, bütün renkleri birer birer sayarsın. Sonra konuşursun. Sanki biri seni yıllarca susturmuş ve sen bütün kelimeleri avuçlarının içinde biriktirmişsin gibi açıverirsin ellerini. O kadar çok konuşursun. Avuçlarındaki kelimeler tükenene kadar konuşursun. Uzun yolların yolcuları bilirler; pasaport kontrolünü geçtiğinde ya da otobüsten indiğinde heyecanla seni bekleyen birileri varsa, bir kişi bile varsa eğer, o yollardan geri dönülmeye değer.