Metroda tek başıma gidiyorum. Aklımdan binbir düşünce geçiyor. New York, okul, İstanbul'dakiler, Aralık bitmeden yetiştirmem gereken onlarca iş... Metronun içine göz gezdiriyorum. Karşı sıramda iki genç kadın ve bir erkek oturuyor. Fotoğraflarını çekiyorlar birbirlerinin. Üzerlerinde Halloween kostümü yok. Metro yavaş yavaş doluyor. Hazır alınmış kostümler, evde hazırlanmış kostümler, yaratıcı kostümler, sık rastlanan kostümler, rengarenk peruklar, kedi kızlar, kafasında baltalı adamlar, vampirler, kontesler, tam bir curcuna. Önce Lexington'da iniyor bir grup insan. 42'ye geldiğimizde metronun içinde ayakta giden nerdeyse kimse kalmamış. Karşımda oturan grup iniyor. Birden çığlıklarını duyuyorum kızların. Ne oluyor diye gözlerimi onlardan yana kaydırıyorum. Az önce oturdukları yere bakıyorlar, yüzlerinde bir gülümseme, gözlerinde şaşkınlık ifadesi. Ben de tam karşıma çeviriyorum bakışlarımı. Neden attılar ki o çığlıkları?
Tam karşımda oturuyor. Sadece bir saniye sürüyor onu tanımam. Elinde Starbucks kahvesi, ayağında kahverengi ayakkabılar, mavi kot pantalonu ve üzerinde gri-mavi karışımı bir sweatshirt var. Uzun saçları şakaklarında hafif kırlaşmış. Yukarı, metro haritasına bakıyor. 34'de yerinden kalkıyor. İnecek diye yüreğim yerinden oynuyor. Kısa bir süre dışarı bakıp eski yerine oturuyor. Dik dik bakmak istemediğim için sağa sola bakınıp tekrar üzerine getiriyorum bakışlarımı. Son derece cool. Kimseye bakmıyor. Gözü hala metro tabelasında. Başka tanıyan var mı diye metronun içine bakıyorum. Tanıyanlar var ama tanımayan, ya da tanısa da umursamayanlar var. Yol bitmesin istiyorum. Treni iki durak arasında her beklettiklerinde sinirlerim ya hani, bu sefer söz sinirlenmicem. Ama sevgili train dispatcher'ın umrunda değiliz bu akşam. Tıngır mıngır gidiyoruz. Her durakta "acaba inecek mi" stresi yaşıyorum. Hızlıca bakıyorum, yok hareketlenmiyor. 14'te yaşlı bir amca biniyor. O da tanıyor hemen. Show'uyla ilgili sorular sormaya başlıyor. Bir de sırtının ağrısını. Gülümseyiveriyor yaşlı adama. İçten bir gülüş. Yanıt veriyor. Yaşlı amca birkaç soru daha soruyor, gülümseyerek. Onları da cevaplıyor. Sonra susuyor. 8'e geliyoruz. İnmek için ayaklanıyorum. O da kalkıyor. Sol tarafımda kalan kapıya yürüyor. Ben inip sola dönüyorum, o inip sağa dönüyor. O 8'deki merdivenleri kullanacak, ben West 4'a gideceğim için az ilerdekileri.
Yıllarca pek kıymetli DVD'lerimde ve Digiturk'teki tekrarlarda seyrettiğim Mr. Big (Chris Noth) ile 42'den 8'e süren metro yolculuğum böylelikle son buluyor. İçimden çığlıklar atarak merdivenleri çıkıyorum. Elim telefona gidiyor. Böyle bir şeyi kiminle paylaşabilirim? Tabi ki en az benim kadar Sex and the City'ci hemşiremle. Telefona bakıyorum. Türkiye'de saat gece yarısını çoktan geçmiş. Saat farkının bu kadar çok olmasına bi küfür salladıktan sonra telefonu çantama koyup, Waverly Place'den sağa dönüyorum. Halloween Parade'ini birlikte izleyeceğim arkadaşlarla buluşmak için West 4'a doğru yürümeye başlıyorum.
Hava yumuşak ve sıcak. Etraf kostümleriyle endam eden New Yorklularla dolu. Bu akşam Halloween varmış, parade olucakmış, eğlenecekmişiz fasa fiso. Benim için tek bir anlamı var 31 Ekim 2009'un: Ben bu akşam Mr. Big'i dünya gözüyle gördüm!!
Tam karşımda oturuyor. Sadece bir saniye sürüyor onu tanımam. Elinde Starbucks kahvesi, ayağında kahverengi ayakkabılar, mavi kot pantalonu ve üzerinde gri-mavi karışımı bir sweatshirt var. Uzun saçları şakaklarında hafif kırlaşmış. Yukarı, metro haritasına bakıyor. 34'de yerinden kalkıyor. İnecek diye yüreğim yerinden oynuyor. Kısa bir süre dışarı bakıp eski yerine oturuyor. Dik dik bakmak istemediğim için sağa sola bakınıp tekrar üzerine getiriyorum bakışlarımı. Son derece cool. Kimseye bakmıyor. Gözü hala metro tabelasında. Başka tanıyan var mı diye metronun içine bakıyorum. Tanıyanlar var ama tanımayan, ya da tanısa da umursamayanlar var. Yol bitmesin istiyorum. Treni iki durak arasında her beklettiklerinde sinirlerim ya hani, bu sefer söz sinirlenmicem. Ama sevgili train dispatcher'ın umrunda değiliz bu akşam. Tıngır mıngır gidiyoruz. Her durakta "acaba inecek mi" stresi yaşıyorum. Hızlıca bakıyorum, yok hareketlenmiyor. 14'te yaşlı bir amca biniyor. O da tanıyor hemen. Show'uyla ilgili sorular sormaya başlıyor. Bir de sırtının ağrısını. Gülümseyiveriyor yaşlı adama. İçten bir gülüş. Yanıt veriyor. Yaşlı amca birkaç soru daha soruyor, gülümseyerek. Onları da cevaplıyor. Sonra susuyor. 8'e geliyoruz. İnmek için ayaklanıyorum. O da kalkıyor. Sol tarafımda kalan kapıya yürüyor. Ben inip sola dönüyorum, o inip sağa dönüyor. O 8'deki merdivenleri kullanacak, ben West 4'a gideceğim için az ilerdekileri.
Yıllarca pek kıymetli DVD'lerimde ve Digiturk'teki tekrarlarda seyrettiğim Mr. Big (Chris Noth) ile 42'den 8'e süren metro yolculuğum böylelikle son buluyor. İçimden çığlıklar atarak merdivenleri çıkıyorum. Elim telefona gidiyor. Böyle bir şeyi kiminle paylaşabilirim? Tabi ki en az benim kadar Sex and the City'ci hemşiremle. Telefona bakıyorum. Türkiye'de saat gece yarısını çoktan geçmiş. Saat farkının bu kadar çok olmasına bi küfür salladıktan sonra telefonu çantama koyup, Waverly Place'den sağa dönüyorum. Halloween Parade'ini birlikte izleyeceğim arkadaşlarla buluşmak için West 4'a doğru yürümeye başlıyorum.
Hava yumuşak ve sıcak. Etraf kostümleriyle endam eden New Yorklularla dolu. Bu akşam Halloween varmış, parade olucakmış, eğlenecekmişiz fasa fiso. Benim için tek bir anlamı var 31 Ekim 2009'un: Ben bu akşam Mr. Big'i dünya gözüyle gördüm!!
ah! cok sanslisin ;)
YanıtlaSilkeske benim de basima gelse bu diycem ama, boyle seyler ancak new york'ta olur galiba!