2 Nisan 2012

Faceless Killers

Milo'nun Faceless Killers yorumu


Kurt Wallender serisinin ilk kitabı Faceless Killers, İsveçli yazar Henning Mankell'in, Soğuk Savaş sonrası artan iltica başvuruları ve mülteci nüfusuyla ortaya çıkan toplumsal ve siyasi gerginlikleri mercek altına aldığı bir polisiye romanı. Hikaye, Lunnarp yakınlarında, çoğunlukla yaşlıların yaşadığı bir bölgede gerçekleşen çifte cinayetle açılıyor. Ölmeden hemen önce ağzından "yabancı" kelimesi dökülen yaşlı kadın, polisin aklına bölge yakınlarındaki mülteci kampını getiriyor. Ama önemli bir sorun var: Toplumda gün geçtikçe artan yabancı düşmanlığını iyice hortlatmadan "yabancıların" peşine nasıl düşülecek? Wallender ve ekibi bir yandan cinayeti çözmeye uğraşırken bir yandan da yabancı düşmanlığı ile mücadeleye başlıyor.

Serinin baş karakteri Wallender eşiyle boşanmanın eşiğinde, kızıyla sorunlu, babasıyla arası bozuk bir adam. Yalnız başına yaşayan, kötü beslenen, durmadan daha sağlıklı bir hayat yaşamaya karar veren ama bunu sürekli erteleyen biri. Toplumdaki ırkçılık ve yabancı düşmanlığından korkmasına rağmen kendi önyargıları ve ırkçı düşüncelerinden dolayı kızıyla ilişkisini bir türlü yoluna koyamayan bir yalnız adam. Babasıyla ilişkisiyse evlere şenlik. Belli bir yaştan sonra başlayan erkek evlat ile baba arasındaki iktidar çatışmasının prototipi. İlişkileri aynı zamanda modern dünyanın getirdiği bireyselliğin ve özellikle yaşlanıldığında kaçınılmaz hale gelen yalnızlığın tipik bir örneği. Eşiniz ölüyor, ya da sizden ayrılıyor, çocuklarınız iş güç derdinde, ve sonuç: yalnız bir hayata hapsoluş. Ölüm sizi ayırana dek.

Wallender bir süper kahraman değil. Cinayeti tek başına çözebilecek psişik güçleri yok. Zaman zaman yanlış kararlar verse de aklı çalışan bir komiser. Rolü elbette büyük ama ortaya çıkan sonucun bir ekip işi olduğunu da teslim etmek şart. Wallender karakterinde sevmediğim noktaysa şu oldu: Wallender'a şefkat ve ilgi gösteren kadınlar (eski karısı ya da sekreteri Ebba) baştacı edilirken, mesleki kariyerlerinde yüksek mevkilere gelmiş, erkeklerin dünyasında  kendi ayakları üzerinde durmuş, diğer bir deyişle Wallender'ın hayatında "anne" rolü oynamadan var olan tüm kadınlara önyargıyla yaklaşılması. Aslında bu tutum Wallender'ın İsveç'teki göçmen ve mültecilere karşı duyduğu önyargıyla örtüşen bir durum ama bu hislerin ne kadarı Wallander'a ne kadarı Mankell'e ait düşünmeden de edemedim. Son olarak, romanın sayfalarını vızır vızır çevirmedim, kelimeleri heyecandan yutarcasına okumadım ama güzel bir polisiye hikayeydi. Üstelik ani göçle hızla yükselen yabancı nüfus karşısında hortlayan, medyanın gazıyla iyice büyüyen ve çığrından çıkan yabancı düşmanlığının başarılı bir anlatımıydı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder