6 Şubat 2024

Hafta #5: American Nightmare + Triangle of Sadness

Hani insan bir şeyler izlemeye hiç zamanı olmadığında sürüyle film-diziye iç geçirip ilk boş vaktinde izleyeceği işlerin hayalini kurar, sonra o yoğun dönemden çıkıp boş zamana kavuştuğunda nereden başlayacağını bilemez? İşte bana tam olarak bu tarif ettiğim şey oldu. Hazırlanacak ders ve notlanacak sınavlar tükenince, izleme listesine eklediğim film ve dizilerle bir süre karşılıklı bakıştık. En sonunda polisiye/gizem sularına geri dönmek adına Netflix'in American Nightmare belgeselinde karar kıldım.

Gerçek suç belgeseli American Nightmare, 2015 senesinde Vallejo, Kaliforniya'da yaşanmış bir ev baskınını odağına alıyor. Baskın, genç çift Denise Huskins ve Aaron Quinn'in, olaysız, sakin, orta sınıf bir mahalledeki evlerinde, bir gece yarısı ansızın uykularından uyandırılmalarıyla başlıyor. Saldırgan, Aaron'ı etkisiz hale getirdikten sonra Denise'i kaçırıp gidiyor. Olay, polise intikal ettikten kısa süre sonra basın da yoğun ilgi göstermeye başlıyor. Hem polisin hem de basının baş şüphelisi Aaron. Fakat Denise, baskından birkaç gün sonra ailesinin evine dönünce şüphe Aaron'dan hızlıca Denise'e kayıyor. Olaydan bir sene önce gösterime girmiş Gone Girl, polisin odağını baskın ve muhtemel şüphelilerden Aaron ve Denise yoğunlaştırmasına sebep oluyor. Gerçekten bir saldırgan var mıydı? Denise bu olayı Aaron'dan intikam almak için mi planladı? Yoksa Aaron ve Denise kamu kaynaklarını israf eden suç ortakları mı? Üç bölümlük belgeselde ilk bölüm Aaron'ın, ikinci bölüm Denise'in anlatılarına odaklanırken, üçüncü bölüm baskına ve olayın çözümüne yer ayırıyor. American Nightmare, kesinlikle bir "kim yaptı" anlatısı değil. Kurgu, benim gibi hikayeyi bilmeyen izleyicileri ilk iki bölümde anlatılanlara şüpheyle yaklaşmaya itiyor. Fakat filmde asıl yerel polisin ve FBI'ın cinsel suçlar hakkında yapılan şikayetleri ve başvuruları ciddiye almaması, bunların doğru dürüst kaydını tutmaması hatta suç kovuşturması sırasında popüler bir filmden yola çıkarak delil yerine ezber ve ön kabullerle hareket etmesi vurgulanıyor. Olaya bakan erkek polislerin dosyayı kapama çabalarına karşılık yaşananları aydınlığa kavuşturan, bu mesleği en çok cinsel saldırganları yakalamak için seçen kadın dedektif oluyor. Belgesel, suç/polisiye türünü özellikle true crime izlemeyi sevenlerin ilgisini çekebilir.  

Öğrencilerle her ay çevrimiçi toplanıp onların seçtiği bir film üzerine konuşuyoruz. Şubat ayı için 2022 yapımı Triangle of Sadness'i izledik. Cannes'dan Altın Palmiye ile ayrılan bu filmi daha önce izlememiştim. 2.5 saat uzunluğuda üç bölümden oluşan film için kısaca yönetmen Ruben Östlund'un toplumsal tabakalaşma eleştirisi diyebiliriz. Bir yandan dünün zengini (old money) ile bugünün zenginini (influencer) yan yana getirmiş diğer yandan lüks tüketim içindeki tüm bu insanlarla hizmet sınıfının tezatlığını ele almış. Hizmet sınıfının da kendi içinde sahip olduğu hiyerarşik yapıyı gözeterek elbette. Filmin başında genç model/influencer çiftimiz Yaya ve Carl'ın ilişkilerinin dinamiğine tanık oluyoruz. Toplumsal eşitsizlikleri aşmak için ileri sürülen (yeni) normların aslında içselleştirilmediğini, dolayısıyla eşitliğe dair tüm sözlerin slogandan öteye gidemediğini anlatan birinci bölümün ardından, Yaya ve Carl dışındaki tüm yolcuların zenginlerden oluştuğu yat seyahatine geçiyoruz. Filmin toplumsal eleştiri kısmı burada başlıyor. Son bölüm, toplumsal roller değişseydi ve kontrolsüz iktidar bir kadının eline geçseydi ne olurdu sorusunu yanıtlayarak seyirciyi uğurluyor. Film hakkında genel düşüncelerime gelecek olursak --çünkü öğrenmezseniz uykularınız kaçacak biliyorum-- (Avrupalı) zengin sınıfa getirdiği eleştiriler artık herkesin malumu değil mi? 21. yüzyılda bu tarz sosyal tabakalaşma anlatıları biraz kolaya kaçmak gibi geliyor. Biz bu dersi bu şekliyle zaten defalarca işlemedik mi Ruben hocam? diye sormak istiyorum. Önceden söylenenlerin üzerine sizin yeni sözünüz nedir? Sosyal tabakalaşmayı Marxist bakış açısıyla eleştiriyorsunuz (tamam), belki ilk aşamada bu tür analizlerin rolü önemli, ama bugün bu ilişkiler çatışmacı lensle (üretim araçlarını ellerinde tutanlar ve diğerleri) indirgenilen yerden açıklanamayacak kadar katmanlı ve karmaşık. Bu kavramları tüketerek "kolay yoldan" para kazanan sadece influencer sınıfı mı? Özetle, toplumsal tabakalaşma eleştirilerinin daha kompleks analizleri hak ettiğini düşünüyorum. Öte yandan, film, şımarık, ücretini ödediği hizmeti vereni de satın aldığını zanneden, her istediğine istediği anda sahip olmayı bekleyen zenginlerin nasıl "cezalandırıldığını" görmek isteyeceklerin ilgisini çekebilir.   

Bunların dışında:

* Dr. Slum izlemeye devam. Bu hafta direksiyonu gizemden romansa kırdılar. Bu benim için endişe verici bir durum. Müessesemiz gelişmeleri takibe devam edecek.

* Netflix'in Ocak ayında programına aldığı sci-fi filmi The Kitchen'a başladım. Öğrencilere güncel teorilerle analiz edecekleri distopik film(ler) arayışındayım. Fakat 40. dakika itibari ile filmle vedalaştık. Asla böyle şeyler yapan biri değildim ama Netflix'e gelen yapımlar konusunda acımasızlaştım. Üçüncü bölümde dizi iptal eden televizyon kanalları gibi davranıyorum. 

* Son olarak bir de ara ara - hemşireme söz verdiğim için- Kübra izliyorum. Şeref ve namusum üzerine yemin etmişim gibi davrandığım için izlemeye devam ediyorum yoksa çoktan bırakmıştım. 

2 Şubat 2024

Hafta #3-4: Frankelda's Book of Spooks + Mr. Monk

Aslında bu yazıyı geçtiğimiz Pazartesi akşamı yayınlamayı hedeflemiştim ama iki haftadır yazı yazacak vakit bulamadım. Bu da yetmezmiş gibi dizi/film izleyecek vaktim de pek olmadı. Dolayısıyla son iki haftada izlediklerimi birleştiren bir yazıyla karşına çıkıyorum sevgili okur. Umarım yokluğumda dünyan dönmeye devam etmiştir.


Geçen hafta bayılarak izlediğim ve muhtemelen tüm sene övmelere doyamayacağım Frankelda's Book of Spooks'la başlıyorum sözlerime. HBO Max'in Meksika'dan renklerine kattığı, stop-motion tekniğiyle çekilmiş bu mini animasyon dizi (sadece beş bölümden oluşuyor) radarıma tesadüfen girdi. Ekim 2021'de Latin Amerika ülkelerinde gösterime girdikten tam iki sene sonra Kuzey Amerika sahnesine çıkan (bundan sonra kısaca) Frankelda, düşük doz hayaletli-canavarlı hikayeler dinlemeyi sevenlerin beğeneceği bir iş. Dizinin kahramanı Frankelda bir hayalet-yazar (ghostwriter). Her bölüm, Procustes ismindeki canavarı uykusundan uyandırma riskini göze alıp, Herneval adındaki büyülü defterinden seçtiği bir hikayeyi anlatıyor. Herneval de çenebaz bir şey. Canavardan deli gibi korkuyor ama bir yandan da onu uyutmayı başaran sihirli bir güce sahip. Bu arada Frankelda'ya da sürekli laf yetiştiriyor. Ama aralarındaki sözlü itişmeleri hep Frankelda kazanıyor ve Herneval'in tüm uyarılarına rağmen hikayesini anlatmaya başlıyor. Hikayelerin merkezinde kendine güvenmeyen, başkalarının yerine geçmek isteyen, alay edildiği için tutkuyla yaptığı hobisini bırakan, diğer bir deyişle toplumsal baskılara karşı koyamayarak "kendi olmaktan vazgeçen" çocuklar var. Frankelda hiçbir hikayede bizi mutlu sonla uğurlamıyor. Son bölümdeyse, korku hikayeleri yazarı Francisca İmelda'nın nasıl Frankelda'ya dönüştüğünü dinliyoruz. Böylece, Frankelda'nın anlatmayı seçtiği beş hikaye ile kendi yaşamı arasındaki bağı da öğreniyoruz. Bölümlerin son birkaç dakikası kamera arkası görüntülerine ayrılmış. Karakterlerin itina ile boyanan heykellerini, yönetmenin çekilecek plan için heykelin kolunu bacağını oynatarak ona hayat verişini, hikayenin geçtiği maketlerin yapımını vs. görüyorsunuz. Halloween'e saklamayı mı tercih edersiniz yoksa saklamadan mı izlersiniz bilmiyorum ama Frankelda'yı 2024 listenize eklemenizi tavsiye ediyorum. 


Bir diğer izlediğim yapımsa Mr. Monk's Last Case oldu. Monk serisine bir veda filmi çektiklerinden haberim yoktu. Ama görünce eski bir dostuma kavuşmuş gibi sevindim. Ne de olsa az mesai yapmadık kendisiyle. Hatta diziden aldığım gazla kütüphanede bulduğum bir-iki kitabını okumuştum. Tüm ekibi bir araya topladıklarını görmek sevindiriciydi. Herkes elbette oldukça yaşlanmış. Hikaye'de Randy ve Natalie eyalet dışına taşınmış, Stottlemeyer ise emekli olmuş. Monk'un hayatında sadece terapisti ve Trudy'nin kızı Molly kalmış. (Trudy'nin bir kızı olduğunu unutmuşum). Film, genç ve gelecek vadeden gazeteci Griffin Briggs'le evlilik aşamasındaki Molly'nin hikayesi ile açılıyor. Randy ve Natalie düğüne katılmak için Kaliforniya'ya geliyor. Fakat Griffin, düğünden birgün önce arkadaşlarıyla gittiği bungee jumping'de yere çakılıp ölünce ekibin bir araya gelişi farklı bir amaca hizmet etmeye başlıyor: Griffin'in katilini bulmak! Mr. Monk, manevi kızı Molly'nin hatırına, tüm eski "ekip arkadaşları" yanındayken son kez sahneye çıkmayı kabul edince olaylar gelişiyor. Film, Covid pandemisi ile dünyanın Monklaştığını vurguluyor. Sürekli ellerini dezenfekte etmek, titizlenmek pandemide yaygınlaştığından beri Monk'un eskiden norm dışı bulunan bu yüzden alay konusu olan kimi özellikleri norm haline gelmiş vaziyette. Dünyanın yaşadığı bu dönüşüm belli ki film fikrinin ortaya çıkmasına yol açmış. Film izleyiciye "Bakın, pandemi sonrası hepiniz biraz Monk oldunuz" diyor. Açıkçası, bu önermeyi yerinde bulsam da tamamen katıldığımı söyleyemeyeceğim. Zira Monk, ellerini sürekli wipe'la temizlemenin çok ötesinde normatif dünyayla uyumlanamayan bir karakterdi. İzlerken Monk'un uyumsuzluğunu örneklendiren kimi özelliklerinin törpülendiği hissine kapıldım. Buna ek olarak, filmin polisiye boyutu dizi standartlarının epey altında kalmış. Cinayetin nasıl işlendiğini tahmin etmenin hiç zor olmaması üstüne katilin kim olduğunu da bilmek büyüyü bozuyordu. Film, Mr. Monk ve ekibini özleyenlerin hasret gidermesi için birebir. Fakat amacınız iyi kotarılmış polisiye izlemekse tatmin edici gelmeyeceğini söyleyebilirim. 

Bunların dışında:

* Netflix'de Kore yapımı Mr. Slump izlemeye başladım. Her hafta 2 bölüm yayınlanıyor. Şimdilik iyi gibi.

* Netflix'e Ocak ayında gelen fakat pek reklamı yapılmayan Boy Swallows Universe izlemeye başladım. İkinci bölüm itibari ile izlemeyi bıraktım. Çok bilmiş çocuk karakter kotamı doldurmuş olmalıyım.  

* Amazon Prime dizilerinden Hizbin Hotel'in iki bölümünü izledim. Sarmadı, onunla da vedalaştık. 

A la semaine prochaine!

15 Ocak 2024

Hafta #2: Smothered + Fool Me Once

Ne oldu, nasıl oldu, anlamadım ama geçtiğimiz sene sonbaharın gelişiyle birlikte film/dizi izleme hevesim yandı bitti küle döndü. Sadece YouTube izlediğim ve ekranlardan uzak geçirdiğim aylardan sonra ilk ilgimi çeken yapım, The Story of Park's Marriage Contract oldu. Konusu geçen yaz Netflix'te izlediğim ve pek sevdiğim See You In My 19th Life'ı andırdığı için şans vereyim dedim, vermez olaydım. Juju adasına gittikleri ve sürüyle saçmalığın yaşandığı 7. bölüm (it took me seven effing episodes yes) yollarımızı ayırma vaktinin geldiğini anladım. Müessesimiz oldu bittiye getirilen senaryolara tepkili, sevgili okur. 

Bir umut yükseldiğim Kore semalarından yere çakılınca İngiltere yapımı Smothered'ı gözüme kestirdim. Günümüz Londra'sında geçen bir romantik komedi kendisi. Tom ve Sammy isimlerine sahip interracial bir çiftimiz var ama öyle değillermiş gibi davranıyorlar. Yani bu durumun bahsi bir kere bile geçmiyor. Birbirinden çok farklı iki karakterin aşkını anlatıyor dizi. Tom sade hayat yaşayan, işten eve evden işe giden bir adam. Sabahlar olmasın Sammy ise tam bir gece kuşu, party insanı. Bir gece -Tom'un zorla götürüldüğü- bir barda yolları kesişince hikayeleri başlıyor. Her biri 20-30 dakika arası değişen altı bölüm boyunca ikilinin ilişkilerinin adının konmasını, birbirlerine alışmasını, arada çıkan arızaları, birbirlerini kabullenmelerini izliyoruz. Dizi, "ilişkiler kolay olmak zorunda değil, bazıları too much work de olabilir" mesajıyla bitiyor. Hikayede "norm dışı" diyebileceğimiz birçok karaktere temsiliyet verilmiş fakat senaryo "renk körlüğü" stratejisi güdüyor. Diğer bir ifadeyle karakterlere temsiliyet verirken içinde bulundukları toplumsal yapının onları norm dışı görmesine yönelik hiçbir söz söylemiyor. Tüm ötekileştirilmelerin aşıldığı "ötekileşmeler-üstü harikalar diyarı" sunuyor. Öte yandan dizideki oyunculuklar iyi, senaryodaki kimi diyaloglar da esprili, bölümlerin süresi kısa. Modern dating hikayelerini sevenlerin ilgisini çekebilir. 



Haftayı Netflix'in şu aralar pek popüler olan ama büyük ihtimalle birkaç aya ("ay mı?" dediğinizi duyar gibiyim) unutacağımız yapımı Fool Me Once'la kapattım. New York Times çok satanlar gediklisi ve belli ki Netfix'in her başı sıkıştığında kitabını uyarladığı Amerikalı yazar Harlan Coben'ın 2016'da yayımlanmış romanından uyarlanmış. Polisiye/gizem türündeki dizide, Special Ops biriminde helikopter pilotuyken (sivilleri katlettiği için) ordudan atılan Maya, farklı zamanlarda ama peş peşe öldürülen kocası Joe ile kızkardeşinin katillerinin peşine düşüyor. Cinayetleri bir yandan Maya diğer yandan gedikli polis dedektifi Sami araştırıyor. Sami'nin de peşinde geçmişin hayaletleri var. İki farklı koldan, aile sırlarıyla günümüz yolsuzluklarının ördüğü gizem perdesini aralamaya çalışıyorlar. Öncelikle temposu kimi yerlerde düşse (ve 1.5 hıza ışınlanmış olsam da) dizi genel olarak sürükleyiciydi. Şüpheyi hikayedeki farklı karakterlerin üzerine çekmeyi bir nebze başarmışlar. Hikaye bol şaşırtmacalı ve sürprizliydi. Tabii polisiye okumaya uzun süre ara verdiğim için paslanmış da olabilirim. Bu konuda müessesimiz garanti veremiyor. Belki siz şıp diye çözer ve Coben'a pabucunu ters giydirirsiniz. Bu arada başrol karaktere ısınamadığımı, travmatik geçmişinin hikayeye örülmekten ziyade yamanmış gibi durduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Maya'nın aksine Sami'nin hikayesi, ana anlatıya iyi bağlanmıştı. Özetle, polisiye tutkunları diziye bir şans verebilir.  



Bunların dışında:

* BTS özlemimin depreştiği bir gün Jinny's Kitchen'a başladım. Birçok sahneyi sürekli geri alıp tekrar tekrar izlediğim için ilk bölümü bitiremedim. Ama kahramanlarımız Meksika'ya giriş yaptı. Heyecan dorukta! 

* BTS demişken Disney+'daki Behind The Star belgeselinin ilk üç bölümünü devirdim. Bitmesin diye yavaş yavaş izliyorum. Çok sevgi annecim!

* Bu aralar dönen Epstein tartışmalarından etkilenip Netflix'in Jeffrey Epstein: Filthy Rich belgeseline başladım. Aslında Netflix önerdi, hadi bir bölüm bakayım, dedim. Devam eder miyim emin değilim.   

Bitirirken:

Önümüzdeki hafta ne izleyeceğime henüz karar vermedim ama gözüme kestirdiğim bir-iki Netflix yapımı var. Afşin Kum'un romanından uyarlanan Büşra geliyormuş. Belki ona başlarım. Ne diyelim, kısmet bu işler.  

8 Ağustos 2023

Absürd bir Aşk Hikayesi: Crazy Love


Exhibit A

Crazy Love (2022) ile yolum ilk ne zaman nerede kesişti hatırlamıyorum. Aslında dizi, cazip posteriyle (Exhibit A) ilgimi epey önceden çekmişti ama Disney+ seçkisine dahil edildiğini öğrenince izlemeye karar verdim. «Bu herhangi bir diziyi izlemek için yeterli bir kriter mi?» diye sorabilirsin sevgili okur. Elbette değil lakin itiraf etmek gerekirse fena bir kriter de değil. Devasa zenginlikteki Kore külliyatına bir yerden başlamak lazım. Dizilerin Netflix, Prime ya da Disney+ gibi platformlarda olması hem erişimi hem seçim yapmayı kolaylaştırıyor. Tabii bu kenarda köşede kalmış dizileri merak etmediğim ya da izlemeyeceğim anlamına gelmez. Zira tozlu köşeleri, gölgede kalmış yerleri ve kimselerin gitmeye tenezzül etmediği yolları müessesemiz sever.   

Evet, bu şahane lüzumsuz girişe rağmen sayfadan ayrılmayanlarla (o gerçek sadık okurla!) yola devam ediyorum. Are We ReadyCrazy Love isminden de anlaşılacağı üzere bir aşk hikayesi anlatıyor. Üstelik klişelerden komalık edecek kadar bilindik «haters-to-lovers» metnine sahip. Dizinin senaristleri de bu gerçeğin farkında olsa gerek ki bu klasik hikayeyi gizem ve komedi dolu bir senaryonun içinde eritmeye karar vermişler. 


Noh Go-Jin & Le Shin-Ah

Hikaye, online derslerle öğrencileri sınava hazırlayan bir dershane (GOTOP) arka planında geçiyor. Asıl erkeğimiz Noh Go-Jin (Kim Jae-Wook), hem matematik öğretmeni hem de dershanenin sahibi. Tabii ki kendisi herhangi bir matematik öğretmeni değil. Bir dahi. Başka bir dershanede yerleri silen hademeyken, kimselerin çözemediği bir matematik sorusunu çözünce ne kadar zeki olduğunu keşfediyor. Kendi dershanesini kuruyor. Ülkenin en popüler matematik öğretmenliğine giden kariyeri böyle başlıyor. Asıl kadınımız Lee Shin-Ah (Krystal) ise Go-Jin'in «acıların kadını» sekreteri. Günün birinde GOTOP'ta online dersler veren bir öğretmen olmayı hayal ediyor. Go-Jin nemrut, nalet, insanlardan selamı bile esirgeyen, çalışanlarına acımasız davranan evlerden ırak bir karakter (son zamanlarda yayınlanan birçok dizi erkeği gibi çocukluk ve gençlik travmaları var). Shin-Ah ise onun kaprislerine boyun eğen, her isteğini yerine getiren, hayaline bir adım daha yaklaşmak için dişini sıkan, kendinden önceki sekreterlerin aksine bulunduğu pozisyonda bir sene kalmayı başaran bir kadın. Shin-Ah halsizlik ve saç dökülmesi şikayetiyle gittiği hastanede ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve fazla ömrü kalmadığını öğreniyor. Bunun üzerine onu hasta ettiğine inandığı patronu Go-Jin'den intikam almaya karar veriyor. İntikam için patronunun evine gittiği akşam kimliği belirsiz biri Go-Jin'in canına kastediyor. O geceden sonra bu ikilinin kaderi birbirine bağlanıyor. 


Yastık savaşına koreografi yazılır mı demeyin yazanlar var.

İlk birkaç bölüm fazla sarmamış olsa da Go-Jin'e suikast girişiminin ardından dizinin müptelası oldum. Komedi kısmı eğlendirici, gizem kısmı sürükleyiciydi. Üstelik sır perdesini son bölüme kadar açmadılar. Fakat komedi kısmı, gizem kadar uzun ömürlü olmadı. İkili arasında nefret rüzgarları eserken ve intikam savaşları sürüp giderken espri üretmek sanırım daha kolaydı. Ne zamanki kalpler eridi, ortalığı Eros-vari duygular sardı, komedinin dozu azaldı. Dolayısıyla dizi son kısımlara doğru biraz momentum kaybetti. Dizinin gizemden (absürd) komediye, oradan drama sonra tekrar gizeme yaptığı sıçrayışlar önceleri baş döndürücü geldi ama zaman içinde iyi bir dengeye oturdu. Sonlara doğru hikaye bir günah çıkartma, araları düzeltme, kırık kalpleri tamir etme işine girişti. O kısımlarda dizi, gerçekçilikten kopup ana fikri iyilik olan masal anlatısına büründü. 

Dizideki birçok karakter abartılı tiplerdi fakat bu durum cringe olmanın aksine diziyi eğlenceli kılıyordu. Kötü karakterler daha çok karikatür gibilerdi ama absürtlüğün sınırında dolaşan kötüler oldukları için onlara kızmak pek mümkün değildi. Dizideki tüm oyuncular -başrol, yan rol, istisnasız herkes- çok iyiydi. Daha önce Her Private Life'da izlediğim Kim Jae-Wook'u bu rolde de çok beğendim. Gerek mimikleriyle gerek beden diliyle abartılı sahnelerde harikalar yaratıyordu. Krystal'ı ilk kez seyrettim ve kendisine ba-yıl-dım. Crazy Love'ı dizilerde gizem çözmek isteyen, absürd komedi türünü seven, romantik komediyi komedisi için izlerken romansa da hayır demeyen herkese tavsiye ederim.

28 Temmuz 2023

Zamanda Yolculuk: Yesterday Once More

YESTERDAY ONCE MORE (2023)
Chen Feiyu (Yu Xuan) ve Zhou Ye (Shu Yan)

Hayatınızdaki yerine garanti gözüyle baktığınız, hiç gitmeyecekmiş sanki hep orada duracakmış gibi gördüğünüz ve gündelik yaşamın koşturmacası sebebiyle belki de ihmal ettiğiniz o kişiyi aniden kaybetseniz ne yaparsınız? 

Çin yapımı Yesterday Once More, hayatın rutinine kapılınca birbirlerine hoyratça davranmaya başlayan ve aralarına mesafe giren iki sevgilinin, birbirlerini sonsuza dek kaybetme ihtimali ile yüzleşince göze aldıklarına odaklanan fantazi-romantik-dram türünde bir film. Seneler önce henüz çocuk yaştayken Yu Xuan'ın (esas erkek) doğum gününde tanışan fakat kısa süre sonra yolları ayrılan ikili, birbirlerinden habersiz geçirdikleri uzun yılların ardından bir düğünde karşılaşır. Artık ikisi de birer yetişkindir. Yoksul ve yalnız bir çocukluk geçiren Yu Xuan oyuncak tasarımcısı olmuş, Shu Yan (esas kadın) ise ailesinden gizli yürüttüğü pastacılık kariyeriyle meşguldür. İşinde ilerlemeyi ve günün birinde kendi dükkânını açmayı hayal eder. Hızlandırılmış şekilde geçen birkaç senenin ardından ikiliyi gündelik dertlerin ve tasaların içine gömülmüş görürüz. Yu Xuan, vefat eden babasının borçlarını ödemesini isteyen mafyöz kılıklı alacaklılar kapısını çaldığından beri dertlidir. Yaşadığı parasal sorunları sevgilisinden gizlediği gibi ondan zihnen ve bedenen uzaklaşmıştır. Aralarına giren mesafenin farkında olan Shu Yan, gelişmeleri kaygıyla izler. Bu hengamede devam ederlerken, ikisinin de hayatını derinden etkileyecek bir olay yaşanır ve hikâye asıl buradan sonra başlar. 

Film, «hayatınızın bir gününü tekrar yaşama fırsatınız olsa neyi farklı yapardınız?» sorusunu soruyor. O pişmanlık duyduğunuz anın biraz öncesine gidebilseniz mesela? Sevgili olma ve birbirinden soğuma çok hızlı geliştiği için ikili arasındaki çatışma biraz zorlama gelebilir. Eğer dayanır ve nispeten sıkıcı ilk yarım saati atlatırsanız, çiftin büyüsünün ve filmin naif havasının içine giriyorsunuz. Zaman yolculuğu teması filme her ne kadar bilimkurgu özelliği yüklese de bu filmin kuvvetli yanlarından biri asla değil. Aslında bu konuda iddiası olduğunu ileri sürmek de mümkün değil, dolayısıyla bu durum pek göze batmıyor. Film, aşk, öfke, pişmanlık, keder, yas gibi duygularla ve söz konusu bu duyguların insanları dönüştürme gücüyle ilgileniyor. Görüntü yönetmenliği filmin güçlü yanlarından biri: oldukça başarılı bir iş çıkarmışlar. Başrol oyuncuları Chen Feiyu (Yu Xuan) ve Zhou Ye (Shu Yan)'nin kimyası tutmuş. Fakat ben Zhou Ye'ye özel olarak bayıldım zira bir duygudan diğerine geçtiği sahnelerde harikuladeydi. Filmi, «ver bünyeye pozitifi» diyen ve ikinci şanslara inanan herkese tavsiye ederim.  

Künye:
Yesterday Once More (2023)
Yönetmen: Lin Xiao Qian
Yıldız Karnesi: ***

24 Temmuz 2023

Bir Kavuşma Hikayesi: Here We Meet Again

HERE WE MEET AGAIN (2023)

Kore dizilerine geçiş yaptıktan sonra Hollywood'a geri dön(e)meyeceğimi anlamıştım ama Çin yapımı dizilere geçmek hiç aklımda yoktu. Bahar aylarında yayınlanan ve hemen popülerleşen «Here We Meet Again» sosyal medyada yeni yeni takip etmeye başladığım hesapların paylaşımlarıyla gündemime girdi.  Nereden çıktığını anlamadığım bir iştahla izlemeye başladım. Bir oturuşta ilk üç bölümü devirince Kore dizileri ile olan ilişkimi «on hold» statüsüne geçirdim (böyle de nankörüm). Fakat o sırada farkında olmadığım «küçücük» bir detay vardı. Kore dizilerinden alışkanlıkla 16 bölüm süreceğini tahmin ederek başladığım dizinin 32 bölümde biteceğini bilmiyordum. Öğrendiğimde ufak ölçekli bir şok yaşadım. (O günden beri Çin dizilerine temkinli yaklaşıyor, her popülerleşen diziye gözü kapalı atlamıyorum sevgili okur.)

Bu uzun ve lüzumsuz girişin ardından gelelim asıl konumuza: «Here We Meet Again» lisede birbirini sevmiş ama kavuşamamış aşıkların seneler sonra (ikisi de yetişkin olduğunda) tekrar karşılaşmaları ve birbirlerine yeniden aşık olmaları üzerine kurulu bir romantik komedi. Xiang Yuan (esas kadın) zengin bir ailenin çocuğu. Anne-babasını küçük yaşta kaybeden genç kadını ve erkek kardeşini dedeleri yetiştirmiş. Xiang Yuan üniversite mezunu ama asıl «mesleği» bilgisayar oyunu oynamak. Hatta ünlü bir gamer personası var. Yüzünü maskeyle gizlediği için hayranları kim olduğunu ve neye benzediğini bilmiyor.  

XIANG YUAN

Xu Yan Shi (esas erkek) ise dağılmış bir ailenin çocuğu. Annesi, babasını (ve de oğlunu) terk edip ABD'ye yerleşmiş. Xu Yan Shi, hayırsız babasından darbe üstüne darbe yemiş, onun tarafından da terk edilmiş, kendi kendine bakmış, hatta okuluna devam ederken çalışmak zorunda kalmış biri. Ama çok zeki, nasıl derler, zehir gibi bir çocuk. Dersleri hep çok iyi, okul birincisi, kazanılmadık yarışma bırakmamış, gelecek hayali uzaya fırlatılan navigasyon uyduları üzerine çalışmak olan genç bir adam. Keskin zekası ve yakışıklılığıyla okulun zengin kızı Xiang Yuan'ın kalbini çalmış. Fakat günün birinde okulunu değiştirince Xiang Yuan ile arkadaşlık bağları kopmuş. 

XU YAN SHI

Kader, bu bahtsız aşıkları seneler sonra aynı işyerinde karşılaştırmasın mı? Söz konusu işyeri de rastgele bir yer değil hani. Xiang Yuan'ın, hayattaki yegâne derdi torununu evermek olan dedesinin yan şirketlerinden biri. Dedenin «ölümü gör evlen» baskısından bunaldığı için onunla pazarlığa oturan Xiang Yuan, gamer kariyerini bir kenara bırakıp şirketin IT bölümünde işe başlıyor. Yaptıkları anlaşma şöyle: eğer bir sene içinde şirketin kârlılığını artırabilirse, dedesi «tövbe edecek» ve bir daha evlilik bahsini açmayacak. Peki Xiang Yuan'ın paraşütle indiği IT bölümünün başında kim var? Onun mekân sahibi olduğundan bihaber Xu Yan Shi tabii ki! Fakat kimsenin farkında olmadığı bir detay var. Birileri şirketin ve aynı zamanda masum, zeki, çalışkan, fedakâr, gururlu ve daha bilimum pozitif özelliği isim kartı gibi göğsünde taşıyan Xu Yan Shi'nin kuyusunu kazıyor! 

AŞK DESEN VAR, ENTRİKA DESEN, O DA VAR!

Aslında birçok farklı meselenin içine gömülen bir aşk hikayesi ile karşı karşıyayız. Sınıfsal farklılıklar, şirket içi entrikalar,  (düşük doz milliyetçilik içeren) ulusal başarılar, ekip içi dayanışma, kardeşlik ve aile bağları gibi konular örülmüş hikayenin etrafına. Fakat: iyiler, ufak tefek (affedilebilir) hatalar yapsalar da hep çok iyi, kötüler ise karikatürize kötüler. Bir nevi Gargamel kötülüğü ya da Daltonlardaki Avarel kötülüğü gibi. Özlerinde kötüler ama aynı zamanda avanaklar ve bu yüzden kendilerini ele veriyorlar. Üstelik planladıkları kötülüğü de tam yapamıyorlar. Yani hasar bırakamıyorlar. Öte yandan arkadaşlık ve iş ilişkilerinin sürekli romantize edildiği bir ortam var. Aşılması gereken zorlukların ise üstesinden gelinmesi görece kolay ve çoğunlukla kişinin bu yöndeki iradesine bağlı. Yapısal faktörlerin etkisi yok anlayacağınız.  

OFFICE BOYS

Biraz da dizinin sevdiğim özelliklerinden bahsedeyim. Öncelikle, sürükleyici bir anlatımı var. En son hangi dizinin böylesine müptelası oldum da bir oturuşta üç bölüm izledim hatırlamıyorum. Özellikle 20li bölümlerin ortasına kadar hiç sıkılmadan seyrettim. (Sonrasında tempo düştü ve işler değişti). Dizinin mizah anlayışı da iyi. Esprili diyalog bolluğu söz konusu ve bu durum baş karakterlerle sınırlı değil. Yardımcı rollerin de kendine has hikâyeleri ve mizahi dilleri var. Ayrıca, dizide ciddi bir karakter gelişimi söz konusu. Üstelik bunu yavaş bir akış içinde yapıyorlar. Dizideki birçok karakter, birbirleriyle kurdukları ilişkilerin ve yaşadıklarının etkisiyle dönüşüyor. Başladığı haliyle bitiren pek kimse olmadı açıkçası, kısmetse olur dede dahil! Başrollerin uyumu mükemmeldi. Özellikle Xiang Yuan rolünde Janice Wu'nun oyunculuğuna bayıldım. Romantik-komedi türünde oynamak için dünyaya gelmiş gibiydi. Dizi, iki karakterin geçmişini yavaş ve parça parça anlatıyor. İlişkilerinin reel zamandaki gelişimini, geçmişte yaşadıkları ile birlikte ele almak, hikayeyi dinamik ve sürükleyici kılıyor. Dizinin sinematografisi de çok başarılı ve seyir zevkini artıran bir etken. Son olarak, karakterlerin geçmişteki hallerini oynayan çocuk oyuncuları sevmemek imkansız. Dolayısıyla, senaryodaki açıklara, gereksiz uzattıkları için yavaşlayan temposuna rağmen romantik komedi türü tutkunları bir şans vermeli derim.

17 Temmuz 2023

Kore'nin meşhur dört kadını: «Blackpink»

Netflix

BTS ile K-pop dünyasına hızlı bir giriş yaptıktan (ve kimi şarkılarını loop'a alıp defalarca dinledikten) sonra ünü Kore sınırlarını aşmış bir diğer K-pop grubu Blackpink radarıma girdi. Aslında albümlerini doğru dürüst dinlemişliğim yok lakin Netflix grubun belgeselini tavsiye edince dedim neden olmasın?

Blackpink her ne kadar Kore menşeili bir müzik grubu olsa da üyelerinin sadece biri - o da Jisoo- Kore'de doğup büyümüş. Aslen Koreli olan ana vokal Rosé, Avustralya'da yetişmiş. Jennie ise annesiyle birlikte uzun yıllar Yeni Zelanda'da yaşamış. Grubun Koreli olmayan tek üyesi ise Tayland asıllı Lisa. En çok Instagram takipçisi olan üye de o. 96 milyon kişi tarafından izlenmek nasıl bir duygu, merak etmedim değil. (Gerçi Google araması sonucu Instagram'da en çok takipçisi olan kişinin 597 milyonla Cristiano Ronaldo olduğunu öğrendikten sonra gözüme biraz az gözüktü. [Yazar burada şaka yapıyor efendim])   

Blackpink: Light Up the Sky 2016'da grubun ilk defa tanıtımının yapıldığı basın toplantısı ile başlıyor. Dev bir ekranın önündeki podyuma yüksek topuklu ayakkabıları ile çıkan dört genç kadın, biraz mahcup, kendilerine güven duymadıkları her hallerinden belli bir edayla basın mensuplarına gülümsüyor. Bu mütevazi başlangıcın ardından üç sene sonrasına gidiyor ve ödüllere doymayan, müzik listelerini alt üst eden, ünü Asyadan Kuzey Amerika'ya yayılmış bir Blackpink ile karşılaşıyoruz. Geçen zaman, popülerlikleri ile birlikte özgüvenlerini de artırmış. 

Belgesel, arşiv görüntülerinin dışında üyelerin bireysel çekimlerde anlattıklarına ve grup halinde yaptıkları sohbetlere dayanıyor. Aile geçmişleri, K-pop endüstrisi ile tanışmaları, 4-6 yıl arası değişen eğitimleri, bu sürecin fiziksel ve duygusal anlamda yıpratıcı yanlarını dinliyoruz. Dokuz kişilik bir kız grubu kurmaya niyetlenen şirketin günün sonunda yola dört kişiyle devam ettiğini, Jennie'nin birlikte eğitim aldığı birçok kişinin bu süreçte elendiğini öğreniyoruz. Aslında karşımızda günde on dört saat süren yoğun bir eğitim programından geçmiş bir dolu gencin arasından sıyrılarak başarıya ulaşmış bir avuç insan var. Diğerlerine ne olduğu ise meçhul. 

Belgeselin araladığı bir başka kapı ise gelecek kaygısı. Fazla üzerinde durulmamasına rağmen üyelerin kimi cümlelerinde (bir sahnede Rosé bu işi yapmaya daha ne kadar devam edeceklerini bilmediğinden bahsediyordu) yer yer hissedilen bir duyguydu bu. Her üyenin yetenekleri de farklı. Enstrüman çalmak, şarkı sözü yazmak BTS üyelerinden de gördüğüm kadarıyla «emeklilik» zamanı geçiş yapılabilecek hem de kişiyi müzik sektöründe tutmaya devam edecek yetenek ve beceriler. Ama her üyede var mı, bilinmez. Belgeselde bu çabayı gösterdiğini izlediğimiz tek kişi Rosé oldu. 

Peki grup üyelerinin kişiliğini tanıyabildik mi? Biraz evet. Kendini izleyiciye en az açan kişi Jisoo'ydu. Lisa bana fazlasıyla (BTS) Jungkook vibe'ı verdi. Hem en iyi dansçı olması hem de afacan karakteri sebebiyle. Jennie kendinden bahsetmekten hoşlanmadığını belirtti. Onu da bu anlamda biraz Suga'ya benzettim. Hatta belgeselin bir yerinde «bazen kızgın ya da yorgun görünüyorum ama aslında bu benim mutlu surat ifadem» dediği zaman neyi kastettiğini çok iyi anladım. Rosé ise kendini geliştirmeye açık ve hevesli biri olarak yer etti zihnimde.   

Grubun kendi iç dinamiklerine dair pek bir şey öğrendiğimizi söyleyemem. BTS'in aksine bir liderleri olmadığından, yaşı en büyük olan Jisoo'nun yeri geldiğinde ablalık ettiğinden bahsediyorlar. Kavgalar, tartışmalar, çatışmalardan ise pek söz edilmiyor. Farklı karakterde birçok insanın bir araya gelmesi çatışmayı da beraberinde getirir oysa. Üstelik üyelerin hayranlardan (hatta işbirliği yapmaya meraklı markalardan) gördüğü ilgi eşit seviyede değilken egoların birbiri ile vuruşması kaçınılmaz. Açıkçası, birlikte yemek yedikleri ve gelecekten söz ettikleri, hayal kurdukları (40 yaşı ulaşılmaz gördükleri ve biraz alayla bahsettikleri) kısacası kendi hallerinde oldukları o son sahne gibi çekimlere daha fazla yer verilmesini isterdim. Zira bu tarz çekimler üyelerin uyguladığı oto-sansüre rağmen «ulaşılmaz/star» imajlarının ötesine geçerek onları ete kemiğe büründürüyor. Belgeseli, Blackpink veya K-pop endüstrisine ilgi duyan, bu konuda yeni şeyler öğrenmeye heves edenlere tavsiye ederim. 

Künye

Blackpink: Light Up the Sky (2020)

Yönetmen: Caroline Suh

19 Mart 2023

Bir İntikam Hikayesi: Remarriage and Desires (Netflix)

Bu aralar Kore dizileri izliyorum. Bu durum televizyon seyirciliği "kariyerimde" bir ilk. Şimdilik üç dizi izledim, K-dramalara dair de epey bir fikrim oluştu sanırım ama bu postada en son izlediğim ve bir Netflix yapımı olan Remarriage and Desires hakkında konuşacağım. Öncelikle dizinin fragmanı inanılmaz cezbedici. Hikayenin karanlık bir atmosferi olduğunu hemen hissettiriyor. Intro kısmında çalan Wicked "skip intro" yapmanızı her seferinde engelleyecek kadar bağımlılık yaratıcı. Diziden hiç haberim yoktu ama Netflix algoritmaları sağolsun platformda iki Kore dizisi izleyince hemen çarkları çalıştırdı ve önüme düşürmekte zaman kaybetmedi. 

Remarriage and Desires aşk soslu bir intikam hikayesi. Hikayenin merkezinde beş karakter var. Bunlardan ilki kocasının ihanetine uğramış bir kadın. Kocası, boşanma isteğini dile getirdikten kısa süre sonra intihar ediyor çünkü aslında o da evlenme hayali kurduğu kadının ihanetine uğramış. Bu durum asıl kadının intikam hislerini tetikliyor ve kocasının "katili" olan "şeytani" kadının peşine düşüyor. İntikam "perisi" olan ablamızın eski sevgilisi ile bir teknoloji şirketinin CEO'su olan zengin ve bekar ikinci erkek de bu dansa dahil oluyor zira bu dört karakterin yolu evliliğin duygularla değil rasyonalite ile yapılması gerektiğini savunan (beşinci karakterimiz) Ms. Choi'nin evlenecek partner bulma şirketi Rex'de kesişiyor. Zengin koca peşindeki şeytani güzel genç CEO'nun, ihanete uğramış kadın şeytani güzelin, eski sevgili de ihanete uğramış ablanın peşine düşüyor. Tam bir "kasap et, koyun can derdinde" canlandırması.  

Diziyi büyülenmiş gibi izlemeye başladım zira yarattıkları atmosfer bir girdap gibi içine çekiverdi. Fakat aksayan yanlarını fark etmek uzun sürmedi. Dizinin en zayıf yanı senaryonun zekice kotarılmış bir intikam planı anlatmaması (deal breaker). Bir diğer mesele ise karakterlerin sığlığı. Yani çok iyi melek gibiler ve çok kötü şeytan gibilerin turnuvası gibi. İzleyici olarak kimi seçmeniz gerektiği çok açık. Mesela intikamcı kadının en (tek?) önemli özelliği eğitimli bir anne olması. Bir de çok dürüst olması. Onun karşısına yerleştirdikleri şeytani kadına derinlik katmakla iyice "evil" bir karaktere dönüştürmek arasında kalmışlar. Erkeklerin kaderine ise şeytani kadının baştan çıkarıcılığı ile namuslu kadının masumluğu arasında savrulmak düşmüş. 

"Biz bu diziyi neden izleyelim?" diye soracak olursanız cevabım "atmosferi için" olur. İnsanın sahip olduğu hırslarını ve medeniyet maskesinin sıyrıldığı anlarda saklayamadığı vahşi yanını ortaya koymasını sevdim açıkçası. Keşke daha özenli bir intikam senaryosu ve katmanlı karakterleri olsaydı. Belki bir gün öylesine de denk gelirim.

1 Ocak 2022

Polisiye Challenge 2022


Her ne kadar geçtiğimiz senenin polisiye challenge'ını tamamlayamasam da on maddenin sekizini okudum. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali yeni bir challenge ile huzurlarınızdayım. Yine on maddelik bir liste. Geçtiğimiz senenin listesini biraz değiştirdim. Bazı maddelere yönelik kitaplar hemen akla gelmeyebilir. Böyle durumlar için pamuk eller klavyeye.  

2022 challenge listesi şöyle:


1. 2022 senesinde yayınlanmış bir polisiye ✓

Bu kitabın seçimini önümüzdeki aylara bırakacaktım fakat Goodreads müjdeyi vermiş. Ağustos 2022'de romanlarını pek sevdiğim Megan Goldin'in yeni kitabı (daha önce The Escape Room ve The Night Swim romanlarını okumuştum) Stay Awake çıkıyormuş. Bu süre zarfında gönlümü başka bir romana kaptırmazsam bu başlığın sahibi belli. 

2. Nordik polisiyesi

Nordik polisiyesi için seçim yapmak çok zor. Yazar çok, seçenek fazla. Tam bir kör atışı yaparak daha önce hiç okumadığım İzlandalı yazar Ragnar Jonasson'un 2018'de İngilizce tercümesi yayınlanan The Girl Who Died isimli romanını seçtim. 

3. Kış mevsiminde geçen bir polisiye

İsveçli yazar Stina Jackson'ın elinden çıkma The Last Snow (orijinali Ödesmark) geçtiğimiz sene yayınlanmış. Başlık bir alegori değilse -kör gözüm parmağına- ben bir kış romanıyım diye bağırıyor.

4. Başlığında şehir ismi olan bir polisiye

Bu başlık altında bir polisiye bulmak ne zormuş! Kimse başlığa şehir ismi koymak istemiyor sanırım. Şu an için elimdeki seçenek Graham Greene'in Our Man in Havana romanı. 

5. Kadın dedektifin başrolde olduğu bir polisiye

Avustralyalı yazar Sarah Bailey'nin romanı Gecenin İçinden'i bu madde altında okuyacağım. Kitabın orijinal ismi Into the Night. Polisiye romanlar basan The Roman yayınları tarafından Türkçesi basılmış. Gemma Woodstock serisinin ikinci kitabıymış. Kapakta böyle bir bilgi olmadığı için rastgele almışım. Serinin ilk romanını bulursam belki önce onu okurum.   

6. Yerli polisiye

Kristal Kelepçe ödülleri yerli polisiye bulma işimi kolaylaştırıyor. Sağ olsunlar, var olsunlar. Bu başlık için geçen sene birincilik ödülü verdikleri Nihal Orhan'ın Alfa Yayınlarından çıkan romanı Çaylak'ı seçmiş bulunuyorum.

7. Orijinali Türkçe ve İngilizce dilleri dışında yayınlanmış bir polisiye

Bu madde için yine The Roman yayınlarından çıkan ve orijinal dili Çince olan Zhou Haohui'nin Death Notice üçlemesinin ilk romanı Ölüm İlanı'nı okuyacağım.  

8.  Kadın bir yazarın kaleme aldığı polisiye 

Bu başlık altında geçen sene bayılarak okuduğum The Appeal'ın yazarı Janice Hallett'ın bu sene çıkacak kitabı The Twyford Code'u düşünüyorum. Ön okumasını yapanlar şimdiden kitaba övgü yağdırıyor. Umarım ne umdum-ne buldum durumu yaşamayız.

Edit: Başıma geleceği hissetmiş gibi yazmışım. Twyford Code'a başladım fakat bir süre direndikten sonra romanın bana göre olmadığına karar verdim. The Appeal'ı ne kadar sevdiysem bunu bir o kadar sev(e)medim. Yola Lucy Clarke'ın 2022'de yayınlanan One of the Girls kitabı ile devam edeceğim. Yazarın daha önce hiçbir kitabını okumadım. Dolayısıyla bu bir ilk. 

9. TV/Sinemaya uyarlanmış bir polisiye

Bu madde için uzun zamandır okumayı düşündüğüm bir roman olan The Chestnut Man'i seçiyorum. Forbrydelsen dizinin senaristi Soren Sveistrup'un 2019'da yayınlanan bu romanını -polisiye severlerin bildiği üzere- geçtiğimiz sene Netflix mini dizi olarak uyarladı. 

10. Agatha Christie polisiyesi

Kütüphaneden aldığım Altın Kitaplar'dan çıkan eski bir baskı olan Cinayetler Oteli'ni okuyacağım. Orijinal ismi At Bertram's Otel ve oldukça eski basımın kapağında da yazıyor.


Herkese kitap dolu iyi bir sene dilerim.

27 Kasım 2021

Savcı Polisiyesi: Hatırla!


Aksiyon dolu sayfalarını hızla çevireceğiniz polisiye gerilimle birkaç saat geçirmek ister misiniz?

Su Tunç'un yazdığı Hatırla! geçtiğimiz sene Kristal Kelepçe Ödülleri sayesinde haberdar olduğum bir ilk roman. Polisiye türlerinden alışık olduğumuzun aksine, romanın başkahramanı genç bir savcı olan Ethem. Medya tarafından "Ebeveyn Katili" lakabı takılmış bir seri katili yakalamaya çalışıyor. Cinayetler seneler önce işlenmiş ama polis katilin kimliğini tespit edememiş. Seneler sonra, tam da Ethem'in Cinayet Soruşturmaları Bürosu'na atandığı dönemde benzer cinayetler işleniyor. Böylece Ethem'in kişisel hikayesi ile bağları bulunan eski soruşturma dosyası tekrar açılıyor ve ipuçlarının peşinde macera başlıyor.

Romanın hızlı gelişen, okuyanı sıkmayan bir hikaye örgüsü var. Merak unsuru iyi kotarılmış, kısa bir süre sonra kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Her şey gözünüzün önünde film izler gibi canlanıyor. Roman uzun tasvirler yerine ağırlıklı olarak diyaloglardan oluşuyor fakat kimi diyaloglar anlatılan sahnenin duygularını oluşturmaktan uzaktı. Bazı yerlerde ise oldubittiye getirildiğimi hissettim. Ayrıca hayatını bir seri katili yakalamaya adamış Ethem'in seri katillerin psikolojileri hakkında Ekin'den "ders" dinlemesi gibi anlamsızlıklar vardı. Teorik olarak yazılıp çizilmiş her şeyi bu göreve gelmeden yalayıp yutmasını beklerdim. Öte yandan dünyasına çabucak gireceğiniz, içinde kaybolacağınız ve dünya yansa elinizden bırakmayacağımız bir roman okumak isterseniz "Hatırla!" bu işi ziyadesiyle yapan kitaplardan.

Künye:
Hatırla!
Su Tunç (2020)
Doğan Kitap
348 sayfa