27 Ağustos 2021

Bir Osmanlı Polisiyesi: Divina'nın Bileziği


Türkiye Polisiye Yazarları Birliği, 2020 Kristal Kelepçe ödüllerinde Yılın Polisiye Ödülü Ayfer Kafkas'ın yazdığı Divina'nın Bileziği'ne vermişti. Kitabı, bu seneki Polisiye Challenge çerçevesinde, son bir sene içinde yayınlanmış yerli polisiye kategorisinde okudum. Romanın hem geçtiği dönemin ruhunu yansıtan, hem de gizemli hikaye kurgulayan bir anlatı ortaya koyduğunu düşünüyorum. Gerçi ben tarihçi değilim ve hikaye edilen dönemin "tarihi gerçekliği" ile ne kadar örtüştüğünü bilmiyorum. Bu "gerçeklik" mevzusu (polisiye dışındaki türler de dahil olmak üzere) tarihi anlatılarda her zaman alınan bir risk. Belki dönemi iyi bilmediğimden, belki üzerinde asıl durduğum şey bu olmadığından, belki de kitap işini iyi yaptığından, yazar beni Osmanlı döneminde geçen bir anlatı okuduğuma ikna etti. 

Hikâye, balık tutan çocukların dere kenarında bulduğu bir kadın cesedi ile başlıyor. Cesedin kimliğinin teşhisinin ardından Hafiye Eşrefzade İdris Bey'in hem bu kadının merkezinde bulunduğu büyük gizemi, hem de katilini ortaya çıkarma çabasını izliyoruz. Tanıkları sorguluyor, ipuçlarını değerlendiriyor, yardımcısı zabit Musa Bey ile istişareler ediyor. Bu cinayet kovuşturmasının arka planında ise Osmanlı bürokrasisindeki kişisel ilişkiler, siyasi yozlaşma ve savaşın yarattığı ağır toplumsal koşullar yer alıyor. Yazar, katilin kimliğini son demlere kadar başarıyla koruyor.   

Romana yönelteceğim tek eleştiri, Hafiye İdris Bey karakteri ile ilgili. Kendisi çok ama çok zeki, külyutmaz bir adam. Adeta yerli Sherlock. Yardımcısı Musa Bey ise Watson kadrosundan hikayeye dahil olmuş. Musa ipuçlarını doğru düzgün çözemezken (oysa ki Elementary, Musa!) Hafiye hiçbir zorlukla karşılaşmıyor. Ne herhangi bir çıkmaza giriyor, ne de ipuçlarını yanlış değerlendirip olmadık bir rotaya sapıyor. Her şey tıkır tıkır işliyor. Hatta öyle ki romandaki bir çok yan karakterden önemli ipuçları topluyor. Bu ipuçları ise yan karakterlerin boşboğazlıkları sebebiyle anlattıkları "gereksiz" bilgilerden elde ediliyor. Yani overlok makinası İdris Bey'in ayağına geliyor. Hatta tüm evren Hafiyenin bu cinayeti çözmesi için işbirliği yapıyor. 

Divina'nın Bileziği gizem unsurunu son safhaya kadar korumasını başaran, akıcı bir dile sahip, sürükleyici bir roman. Aynı zamanda, Hafiye Eşrefzade İdris Bey serisinin ikinci romanı. Kızıl Şebeke ismini taşıyan ilk roman, yine İnkılap Kitabevi tarafından 2019'da basılmış. Romanda ilk kitaba ufak tefek göndermeler yapılsa da hikayenin sürprizi hiçbir şekilde açık edilmediğinden bir sıralama yapmadan gönül rahatlığıyla ikinci kitabı okuyabilirsiniz. 

Künye
Ayfer Kafkas (2020)
İnkılap Kitabevi 
208 sayfa

25 Ağustos 2021

Sözde Kızlar


kadrajı yatay düzenlemem gerektiğini akıl edememişim

"Peyami Safa ile Bir Yaz" kapsamında ikinci romanı da bitirmiş bulunuyorum. Konusu kısaca şöyle: Mütareke yıllarında geçen hikayede kahramanımız Mebrure, Manisa'nın Yunanlar tarafından işgal edilmesinin ardından zor zamanlar geçirir. Babası işgal kuvvetlerince tutuklanmıştır ve akıbeti bilinmemektedir. Mebrure babasını aramak amacıyla İstanbul'a gelir ve akrabalarının Şişli'deki evinde kalmaya başlar. Konağın hanımı Nazmiye, kızı Nevin ve oğlu Behiç'tir. Bir de Rum hizmetçileri bulunur. Konaktakilerin düzenli verdiği davetler ile ağırladığı küçük bir arkadaş grubu vardır. Roman, babasının akıbetini araştıran Mebrure'nin konak sakinleri ve arkadaş grubundakilerle kurduğu ilişkileri ele alır. 

Sözde Kızlar, akademik eleştirilerde sıkça dile getirildiği üzere mutlak iyi ve mutlak kötü karakterlerin olduğu bir anlatı yapısına sahiptir. Peyami Safa, içki, müzik/dans, cinsellik gibi "Batılı" zevklere sahip İstanbullu kızların karşısına Mebrure'yi yerleştirir. Mebrure, evdekilerin aksine karşı cinse duyduğu bedensel istekleri dizginlemesini bilen bir kadındır. Üstelik Anadolulu olması onu yazarın gözünde değerli kılan bir özelliktir. Ülke siyaseti ile ilgilenir ve Batılı becerilere (piyano çalmak) sahip olmasına rağmen Batılılaşmanın sınırını çizmesini bilir (içki içmemek, bekaretini korumak). Benzer şekilde romandaki erkek karakterler de mutlak iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır. Evin genç erkeği Behiç bedensel zevklere olan düşkünlüğü ile Batılılaşmanın dozunu kaçırmış bir düşkündür, anlatıcı için adeta bir utanç kaynağıdır. Onun karşısında ise ülke dertleri ile dertlenen, "Sözde Kızları" asla tasvip etmeyen, göğsü Anadolu aşkı ile dolu faziletli iki genç erkek vardır: Nadir ve Fahri. İnşa ettiği bu zıtlıklarla yetinmeyen Peyami Safa, "Sözde Kızlar"a yaptıkları hatalar sebebiyle bedel ödetmekten geri kalmaz. Safa, romandaki en büyük cezayı anlatılan bir elim olayın kadın failine keserken, erkek faile ise daha insaflı davranır. 

Sözde Kızlar, erken Cumhuriyet döneminde özellikle kadın okurlara verilen öğütleri görmek, dönüşen toplumsal koşullar altında cinsiyet normlarının nasıl muhafaza edilmeye çalışıldığını anlamak açısından iyi bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan bugün bulunduğumuz noktadan yıllar öncesine dönüp bakmamızı mümkün kılarak hem toplumsal yapının değişime karşı direncini hem de değişimin kaçınılmazlığını hatırlamamızı kolaylaştırıyor.

1 Ağustos 2021

Davranış ve Alışkanlıklarımızı Nasıl Değiştirebiliriz?


Algoritmamı bu aralar tepetaklak ettiğimden midir bilinmez, Youtube geçtiğimiz günlerde bana bir video önerdi. Başlığı "How to Motivate Yourself to Change Your Behavior? (Davranışlarınızı Değiştirmek için Kendinizi Nasıl Motive Edebilirsiniz?)" olan bir TedEx Cambridge konuşması. Konuşmacı, University College London'da Deneysel Psikoloji alanında çalışmalar yürüten nörobilim uzmanı Dr. Tali Sharot. Doktorasını NYU'dan aldıktan sonra çeşitli kurumlarda çalışmış. Şu sıralar UCL'de Affective Brain laboratuvarın müdürlüğünü yapıyor. Kısacası, özgeçmişi sağlam ve güvenilir. Gerçi bunu TedEx Cambridge davetinden anlamak gerekirdi belki ama sağlama yapmanın zararı olmaz.

Sharot konuşmasına çok temel bir soruyla başlıyor: sizce neden felaketler kapımızı çalana kadar aksiyon almıyoruz? Mesela kişiye "Sigara içmeye devam edersen kanser olacaksın" ya da "İklim değişikliği sebebiyle ileride temiz su sıkıntısı çekeceksin" gibi cümleler kurulması, neden bu kişiyi davranışını değiştirmesi için harekete geçirmiyor? Neden uyarılara karşı bu kadar direnç gösteriyoruz?

Bunu şekilde açıklıyor Sharot: Eğer bir hayvanı korkutursanız ne tepki verir? Ya yerinde donakalır ya da oradan kaçar. Benzer bir durum insanlar için de söz konusu. Bizi korkutan bir mesajla karşılaştığımızda, beynimiz bu mesajı "çarpıtma (distort)" eğilimi gösteriyor. Bir an için korkup kendimizi kötü hissetsek de sonrasında içimizden bir ses diyor ki: "Benim dedem de çok sigara içiyordu ve 91 yaşına kadar yaşadı. Demek ki bizim genlerimiz iyi. Bana da bir şey olmaz." İleride ölümcül bir hastalığa sahip olacağımız fikri o kadar tahammül edilemez ki, beynimiz rasyonalize etme eğilimine giriyor. "Ben o yaşa gelene kadar kanserin tedavisi kesin bulunmuş olur" gibi. Kısacası, duyduğumuz olumsuz mesajları elimizden geldiğince yok sayıyoruz. Ne zamana kadar? Yok saydığımız durum başımıza gelene kadar.

Sharot, olumlu mesajlarda bunun tam tersinin yaşandığını, olumlu mesaj veren kişiye inanma eğilimimizin olumsuz fikri getirene kıyasla daha yüksek olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle duymak istediğimiz, hoşumuza giden mesajlara inanma eğilimimiz daha yüksek. Hâl böyle olunca, önümüze "gerçek fotoğraf" diye sunulan korkutucu veriler bizi harekete geçirmiyor. Çünkü beynimiz, onları çarpıtmanın, inanmamanın bir yolunu buluyor.

O zaman kaçınılmaz soru: Eğer insanların - ki buna kendimiz de dahiliz - davranışını değiştirecek şekilde motive etmek istiyorsak, ne yapmamız gerekir? Çünkü belli ki korkutmak işleyen bir strateji değil. Korkutarak değişime sebep olamıyoruz. Beynimizin çalışma şekline göre bir davranış üretsek işe yarar mı?

Sharot, davranış değişikliğini motive etmekte işe yaraması muhtemel üç prensipten bahsediyor: özendirme, hemen ödüllendirme ve gelişimin altını çizme.

Başka insanların nasıl davrandığını önemsiyoruz, o yüzden kişinin yapmasını beklediğimiz davranışı başkalarının - belki çoğunluğun - yaptığını söyleyerek kişide bir özendirme yaratabiliriz. Davranışında değişiklik göstereni hemen ödüllendirme prensibi ödülün hemen verilmesi şartını içeriyor. Bu bir "aferin" sözü, maddi bir hediye ya da bir platformda taltif edilme şeklinde gerçekleşebilir. Yeter ki ödül gecikmesin çünkü kişinin yeni davranışı bir ödülle ilişkilendirildiğinde sürekli hale gelebiliyor ve alışkanlığa dönüşüyor. Üçüncü prensip ise bireyin davranışının geliştiğinin ya da bahsedilen davranışı gerçekleştirirse gelişeceğinin altını çizmeyi içeriyor.

Sonuç olarak korku, hareketsizlik getiriyor ama kişiyi bir şey elde edeceği yönünde heyecanlandırmak onu harekete geçiriyor.

Videonun tamamını izlemek isterseniz linke tıklayabilirsiniz.