23 Mayıs 2011

Kırmızı Pelerinli Kent


Hevesle başladığım Trevanian’la bir güzel papaz olduktan sonra “Türkçe bir şeyler okuyayım da şu nalet havam dağılsın” diyerek başladım Aslı Erdoğan’ın Kırmızı Pelerinli Kent’ine.  “Rio’da geçen harika bir kitap” demişti seneler önce birisi. Kitaba başlamadan önce huyumdur, yazarla ilgili ne tür bilgi varsa ilk onu okurum. Kimdir, nedir, kaç yaşındadır, başka neler yazmıştır? Aslı Erdoğan’ın Rio’ya doktora yapmaya gittiğini, 2 sene sonra doktorayı bırakıp yazarlığı seçtiğini okudum. “Sayın Erdoğan, neden Rio?” diye soracak olsam yanıtı oradaydı. 2 sene yaşamıştı, o yaşanmışlıktan geriye kalanlar yolunu bu kitapta bulmuş olmalıydı.

Böyle düşünerek başladım okumaya. Kurgusu Rio’nun içine yerleştirilmiş bir hikaye ile karşılaşacağımı sanırken, Rio’nun hikayesini okur buldum kendimi. Romanın içinde roman vardı. İçerdekinin yazarı Özgür, bazı bakımlardan dışardakinin yazarı Aslı’ya benziyordu. İkisinin de yolu Rio’ya doktora uğruna düşmüştü. Sonra Özgür’ün yazarı olduğu hikayede anlatılanlar, onun tanık olduğu Rio’nun başkasının deneyimlerinde vücud bulmuş haliydi. Özgür’ün ağzından anlattığı hikaye de Aslı Erdoğan’ın tanıklığı olamaz mıydı? Üstelik içerdeki kitabın adı, dışardaki kitabın adıyla tıpatıp aynıydı.

Bu kitabın sahiden de iki anlatıcısı mı vardı? İçiçe geçmiş hikayeleri okurken ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek diye düşünüp durdum. Sonra aklıma Nicole Krauss söyleşisi geldi. “Her yazar kendi geçmişinden beslenir” demişti. Ama sonra bir soruyu yanıtlarken “Hayır, benim o yarattığım anlatıcı karakterle hiçbir alakam yok” deyivermişti.  Özgür, Aslı Erdoğan’dan beslenmiş olabilirdi ama o olmak zorunda değildi. Hem zaten ne önemi vardı?

Kırmızı Pelerinli Kent’in anakarakteri Rio de Janerio. Özgür’ün çok büyük bir rolü var elbet. Favelalar, melez kadınlar, soyguncular, uyuşturucu çeteleri, sokak arası cinayetleri, latin müziği, tropik mevsimi, kapı arası cinselliği, ve ölü insan bedenleri ile her gün taçlanan bir şehrin canlı bir organizma gibi alıp verdiği nefesi biz okuyucuya aktarmak. Özgür’ün işlevi gözlem yapmak. Ufacık bir kurgunun dört bir yanından sarkan yaşanmışlığı okurlara sunmak. Bu yüzden Özgür’ün kim olduğunun, nasıl bir geçmişten çıkıp geldiğinin fazla bir önemi yok. Karnavalı, futbolcuları ve zengin hayatların şaşası ile yüzü sürekli boyanan medyatik Rio’nun maskesiz halini anlatmak için burada. Görevini yaptıktan sonra belli ki kabuğuna çekilecek.

Bir şehri böylesine duyarak, dinleyerek, görerek, hissederek anlatmak göründüğü kadar kolay olmasa gerek. Anıları sıraya dizip peşpeşe dile getirmeye benzemiyor çünkü. Aslı Erdoğan’ın diline, anlatımına, yazarlığına hayran kaldım. Bazı yerlerde yorulmuş olsam da. Tekrar tekrar okuduğum cümlelerin, paragrafların hatta sayfaların sayısını unuttum. Kitap, farkında olmadan içine düştüğüm sevgi-nefret ikileminde savurup durdu beni. Hala da tam olarak ne hissetiğimi bilmiyorum. İkisi bir arada. Karman çorman. Sevilirken nefret edilmek. Belki de bazı şehirlerin kaderidir bu. Gelgitlerin ortasında iki duyguyu da taşır şehrin kiracıları. Bu duygunun yabancısı değilim, biliyorum. Zira ben böyle bir şehir daha tanıyorum.  

3 yorum:

  1. Zaten merak ediyordum epeydir, artık listeme aldım :)

    YanıtlaSil
  2. Oku bakalım beğenecek misin :)

    YanıtlaSil
  3. Zamaninda begenerek okumustum. Asli Erdogan'in kendine has dilini, kurgusunu cok sevmistim. Kitapin son sahnesi hala gozlerimin onunde olmus gibi canli.

    YanıtlaSil