30 Aralık 2019

Polisiye Challenge 2019 - Neler Okudum? (II)


Mola bitti. Bir önceki postta kaldığım yerden devam ediyorum. 

Polisiye challenge için okuduğum altıncı kitap Alman yazar Jakob Arjouini'nin ilk basımı 1985'te yapılan Happy Birthday, Turk! isimli romanı oldu. Bu kitabı "Türkçe ve İngilizce dilleri dışında bir dilde yazılmış çeviri kitap" kategorisi için seçtim. Kayankaya ismiyle de bilinen serinin ilk romanı, özel dedektif Kemal Kayankaya ile tanıştırıyor bizi. Türkiye'de doğmuş, Almanya'da büyümüş bir göçmen olan Kayankaya, Alman polisinin kovuşturmaktan vazgeçtiği bir cinayetin peşine düşüyor. Kendisi gibi göçmen olan genç bir kadın, öldürülen kocasının katilini bulması için Kayankaya'yı tutuyor. Göçmenlerin maruz kaldığı ırkçı tavırlardan Alman polisinin yozlaşması ve kural tanımazlığına kadar pek çok meseleye değinen kitap, gedikli polisiye okurunun seveceği türden, ipuçlarının peşinde koşan, kurgusu sağlam bir roman. Bu kitap nezdinde bahsetmek istediğim iki mevzu var. Birincisi, Arjouini'nin 48 yaşında hayatını kaybetmesi ve -gayet bencilce olacak ama- yazdığı serinin yarım kalması. İkincisi ise baş karakteri Türkiyeli göçmen olan bir polisiye serisinin çevirisinin bugün Türkçe olarak bulunmaması. Doğrusunu söylemek gerekirse Can yayınları Arjouini'nin üç kitabını yayımlamış ama şu an satın alabileceğimiz baskısı yok. Bu durumda ya orijinal dil olan Almanca versiyonunu ya da benim gibi İngilizce çevirisini okumanız gerekiyor. 

Gelelim okuduğum yedinci kitaba. İlgili kategori "Sinema ya da televizyona uyarlanmış bir polisiye" idi. Seçtiğim kitap tam olarak televizyona ya da sinemaya uyarlanmış bir hikaye değil. Ama Veronica Mars aslen bir TV dizisi olduğu için, yaratıcısı Rob Thomas'ın kaleme aldığı ikinci Veronica Mars romanı Mr. Kiss and Tell'i listeye ekledim. İyi ki de yapmışım çünkü Veronica Mars'ın dünyasını ne kadar özlediğimi fark ettim. (Bu sene gösterime giren dördüncü sezonu henüz izlemedim. Umarım yakın zamanda o açığı kapatacağım) Veronica'nın Logan ile olan ilişkisi, Logan'ın alaycı ve esprili dili, Veronica ve babasının arkadaşlığı, Mac'in teknolojik alet söz konusu oldu mu şaşırtmayan yetkinliği, vs. her şey o kadar tanıdıktı ki. Veronica bu sefer cinsel saldırı sonrası ölsün diye yol kenarına atılan ama hayatta kalan genç bir kadının tecavüzcüsünün peşine düşüyor. Veronica'nın iz sürerken fark ettiği ipuçları, saptığı çıkmaz sokaklar, tam vazgeçerken yeni bir umudun belirmesi vb. detayların işaret ettiği gibi klasik bir VM anlatısıyla karşı karşıyayız. Hem gizem seviyesi ve sürükleyiciliği, hem de özlediğim(iz) karakterleri sebebiyle tüm VM severlere tavsiye edeceğim bir romandı.

Challenge'ın sekizinci kitabı için 1936'ya döndüm ve "20. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir polisiye" kategorisi için Halide Edip Adıvar'ın kaleme aldığı Yolpalas Cinayeti'ni okudum. Öncelikle belirtmekte fayda var, bu kitap bir polisiye değil. Hikayenin merkezinde işlenen bir cinayet var ama kitap "kim öldürdü?" sorusunun peşinden gitmeyi seçmiyor. Roman katil olmakla suçlanan genç bir kadının mahkeme sahnesiyle açılıyor. Daha sonra geri dönüşlerle hikayenin arka planı aktarılıyor. Halide Edip'in yerli (Nişantaşılı) burjuvaziye yönelttiği eleştiriler keskin, ama romanın asıl ağır basan meselesi "adalet" duygusu. Kuru bir adalet anlayışından ziyade sebepleri anlama ve bağışlama (ıslah etme) temelli bir adaletin önemine ve bu duyguyu yitirmenin toplumsal hafıza ve vicdanda açacağı tehlikelere değiniyor.

Dokuzuncu kitap, İsveçli meşhur yazar Camilla Lackberg'in ilk romanı The Ice Princess oldu. Açıkçası bu kitabı "baş kahramanı kadın olan bir polisiye" kategorisine seçmemin sebebi özette geçen Erica Falck karakteriydi. Anne-babasının ölümünün ardından çocukluğunun geçtiği kasabaya dönen Erica, çocukken yakın arkadaşı olan ama günün birinde hiçbir açıklama yapmadan ondan uzaklaşan Alex'in öldürülmesi ile sarsılır. Kendi çabaları ile katilin peşine düşen Erica'nın yolu, eskiden arkadaşı olan polis dedektifi Patrick Hedström ile kesişir. Açıkçası ana hikayeyi beğendim, gayet katmanlı ve iyi örülmüştü. Ama sıra yan hikayelere gelince işin rengi değişti. Romanı uzatmak için konulmuş hissi yaratan ve hikayeyi zenginleştirdiğini hiç düşünmediğim Erica'nın aşk hayatı, kardeşinin kocası ile yaşadığı problemler, vs. gibi kısımları atlayarak ilerledim. Son olarak, hikayenin baş karakteri Erica iken, romanın ikinci yarısında erkek bir karakterin dizginleri ele geçirmesi ise can sıkıcıydı.

Okuduğum son kitap ise polisiye türünün en klasik ismi Agatha Christie ile oldu. "İsminde cinayet geçen sözcüğü geçen bir roman" kategorisi için Nil Nehrinde Cinayet kitabını seçtim. Aslında bu romanın orijinal isminde "cinayet" kelimesi geçmiyor ("Nil Nehrinde Ölüm"). Ama benim okuduğum 1970li yıllarda basılmış Altın Kitap versiyonu, romanı bu şekilde çevirmiş. Agatha Christie'nin ipuçlarını sere sere ilerlediği, son sahneye kadar katili açıklamadığı, onca ipucuna rağmen beni ters köşe yaptığı bir romandı. Açıkçası seneyi bir klasikle bitirmek iyi geldi. Bir de önümüzdeki sene için listeye bir Agatha Christie romanı eklemem gerektiğini hatırlattı.

Bu bir senelik deneyim üzerine ne söyleyebilirim? Okuyacağım kitaplar üzerine kafa yormak, blog sayfalarını-instagram hesaplarını kurcalamak, goodreads yorumlarına bakmak işin en heyecanlı kısımlarından biriydi. Kitaplar konusunda çok katı olmamak, açık kapı bırakmak, bazı durumlarda kervanı yolda düzmek ve listeyi güncelleyebilmek de bana iyi geldi. Kitap sayısı benim için idealdi. Sene içinde hem edebi hem akademik sürüyle metin-kitap okuduğum için polisiye challenge'ı on kitapla sınırlamak gerçekçi bir hedef çıktı. Sonuçta herkesin okuma hızı ve hayattaki öncelikleri farklı. Dolayısıyla bazı okuma gruplarının büyük hedeflerine yetişemiyorsak, kendi küçük hedeflerimizle de pek âlâ idare edebiliriz. 

Yeni yılın ilk postunda 2020 Polisiye Challenge kategorilerimi ve bazı kategoriler için seçtiğim kitapları yazacağım.

Yolumuzun edebiyattan geçtiği güzel bir sene diliyorum herkese!

29 Aralık 2019

Polisiye Challenge 2019 - Neler Okudum? (I)


Geçen sene ilk kez kendime bir kitap okuma challenge'ı oluşturmuştum. O postta da bahsettiğim gibi senelerdir türlü blog ve instagram hesaplarının düzenlediği okuma listelerini takip eder ve bazılarına katılırım. Lakin şimdiye dek hiçbirini tamamlayamadım.  Sanırım iki temel sebebi var: Genelde bu listelerde öngörülen kitap sayısı, benim bir yılda okuduğum ortalama kitap sayısından fazla oluyor. Bir de araya aklıma esen/yeni çıkan/popülerleşen kitapları sıkıştırınca bu listeleri tamamlamam iyice zorlaşıyor. Bu iki sorundan hareketle kendi listemi hazırlarken, hem en çok "liste dışılık yaptığım"  kitap türünde -polisiye- okumaya, hem de kategori (ve dolayısıyla kitap) sayımı kısa tutmaya karar verdim. Ve ta-da! işe yaradı.

Listenin tüm kategorilerini sene başında belirlemedim. Hatta öngördüğüm bazı kitaplarda değişiklik yaptım. Mesela "Türkçe ve İngilizce dışında bir dilde yazılmış bir çeviri" kategorisinde aslında İspanyol yazar Antonio Hill'in "The Summer of Dead Toys" kitabını okumayı planlamıştım. Ama kitabın elimdeki soft kopyasını kaybettiğim için değiştirmek zorunda kaldım. Bazı kategorilerde ise esnetme yaptım, örneğin "TV ya da sinemaya uyarlanmış bir kitap" kategorisinde okuduğum son Veronica Mars kitabının -Mr. Kiss and Tell- aslında birebir TV uyarlaması yok. Ama kitabın karakterlerinin TV dizisi var -hatta bu sene yeni bir sezon geldi- o yüzden listeye eklemekte beis görmedim.

Bir de bahsetmeden geçmeyeyim, bu postu yazarken yıl içinde instagram ve goodreads hesaplarım aracılığıyla aldığım notlardan faydalandım. 

Evet hazırsak, başlıyorum.

İlk okuduğum kitap "Kuzey Avrupa (Nordik) polisiyesi" kategorisi için seçtiğim Jo Nesbo'nun Yarasa'sıydı. Aslında planlanmış bir okuma değildi. Kitaba okulun kütüphanesinde denk gelince listeme eklemeye karar verdim. Norveç polisiyesinin ünlü karakteri Harry Hole'nin (Holly diye okunduğunu bu kitapta öğreniyoruz) ilk macerası Avustralya kıtasında geçiyor. Öldürülen Norveç vatandaşı genç bir kadının katilini arayan Hole, okuru ülkenin sömürgecilik ve ırkçılık tarihine, yerliler ve beyazlar arasındaki ilişkilere ve yerli mitlere sürüklemeden bırakmıyor. Hikaye yavaş başlayıp, zaman zaman hızlanıyor, sonra tekrar yavaşlıyor. Avustralya'nın kültürel geçmişine yaslanan, yer yer işin polisiye kısmından kopan bir kitap Yarasa. Yine de sürükleyici ve insanı hiç beklemediği bir yerden vuracak kadar acımasız.

İkinci okuduğum kitap yabancı blogger hesaplarında görüp merak ettiğim ve "Son üç sene içinde yazılmış" kategorisi altında okuduğum, Karen McManus imzalı One of Us is Lying oldu. Bir odada sadece beş öğrenci var. İçlerinden birisi ölüyor. Diğerleri "ben öldürmedim" diyor. Hangisi yalan söylüyor? Roman odadaki dört karakterin ağzından yazılmış. Hikayeyi anlatırken sırayla ilerliyorlar. Genellikle birinin bıraktığı yerden diğeri anlatma görevini devralıyor. Sıkı bir "page turner" kendisi. Sırf merakıma yenildiğim için uykusuz kaldığım zamanlar oldu. Karakterlerin hepsinde bir ilerleme, dönüşme durumu söz konusu. Bu da okura karakter derinliğine dair tatmin duygusu veriyor. Türkçe'ye Yabancı Yayınları tarafından çevrilmiş. Benim için bu senenin en güzel keşiflerinden biri oldu.

Sıra geldi okuduğum üçüncü kitaba: M. Murat Somer'in meşhur Hop-Çiki-Yaya serisinden Buse Cinayetleri ("bir polisiye serisinin ilk kitabı" kategorisi). Kitap beni hiç bilmediğim bir dünyaya, travestilerin yaşamına sürükledi. İsmini hiç öğrenemediğimiz ana karakterimiz, bir kulüpte idarecilik yapan, aynı zamanda mekanın ortaklarından bir drag queen. Bir gece yarısı kapısını çalıp ondan yardım isteyen Buse'nin ölü bulunmasının ardından dedektiflik işine soyunuyor. Polisiye türünün gediklileri için zayıf bir kurgusu var ama yazarın dili çok güzel akıyor. Toplumdan itelenen, dışlanan travestileri romanın tam merkezine, üstelik bunu bir acıma/acındırma şovuna dönüştürmeden, hatta tam aksine güçlendirerek koyan bir "aykırı" roman. Ayna tuttuğu toplumsal gerçekliği merak eden polisiye severlere kesinlikle tavsiye ederim. Bu arada bu romanın ardından serinin ikinci kitabı Peygamber Cinayetleri'ni de okudum ve ilkinden çok daha iyi bir kurgusu olduğunu düşünüyorum. İlk kitapta aradığınızı bulamadıysanız vazgeçmeyin, mutlaka ikinci kitap ile devam edin derim.

Challenge listemin dördüncü kitabı bir arkadaşımın tavsiyesi (hatta kitabı ödünç vermesi) üzerine okuduğum Fener Balığı oldu. "Kadın bir yazarın kaleme aldığı polisiye" kategorisinde listeme eklenen kitabın yazarı Nuray Atacık'ın ilk romanı, ki kendisi bu yaz ikinci romanı Bukalemun'u yayımladı. Eğer vakti zamanında Her Temas İz Bırakır'ı okuyup sevdiyseniz Fener Balığı'nı da seversiniz diye düşünüyorum. Benzer bir cinayet büro ekibinin çözmeye çalıştığı bir vaka ile karşı karşıyayız. Hatta ekiptekiler de Behzat Ç.'nin ekibindekileri anımsatıyor. Bilgisayar ve her türlü teknolojik aletten şıp diye anlayan genç kadın polis, tövbe edip doğru yolu bulmuş delifişek bir erkek polis, ondan daha genç ve hovarda, aynı zamanda biraz da komik erkek polis ve amirleri Murat. Roman birden fazla karakterin hikayesine odaklanarak başlayınca ortaya çok katmanlı bir hikaye çıkacak zannedebilirsiniz. Pek öyle değil. Ama dili çok akıcı ve hızlı bir polisiye. Satır aralarındaki cinsiyetçiliği de biraz göz ardı etmeniz gerekebilir.

Beşinci kitap uzun zaman önce aldığım ve raf bekleyen Ahmet Ümit romanı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi oldu. Kendisine layık gördüğüm kategori "İstanbul'da geçen bir polisiye" idi. Lise yıllarında çok severek okuduğum Ahmet Ümit ile son dönemde yıldızım pek barışmıyor. Bu kitap da fikrimi değiştirmedi açıkçası. Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli (kentsel ve etnik anlamda) dönüşen Tarlabaşı, hikayenin merkezini oluşturuyor. Komiser Nevzat'ın sürekli Ali üzerinden verdiği tarih dersleri bir yerden sonra bana bıkkınlık verdi. Roman aynı zamanda kadın konusunda sürekli yalpalıyor. Kendini kadınlara üstünlük taslamayan, eşitlikçi bir yere konumlandırıyor gibi görünse de hikayedeki kadın karakterler hep erkekler üzerinden var edilmiş. Misal, genç erkeğe aşık olmuş yaşı geçkinler (bu aşk yüzünden "düşmüş" bir hale gelmeleri de ayrıca anlamlı), erkeğe duyduğu aşk ile dönüşüp doğru yolu bulanlar, ekip arkadaşına aşık temiz aile kızları, kötü yola düşmüş kör aşık kadınlar vs. Ayrıca öldürülen Engin karakterinin geliştirilmemiş olması, bu cinayetin işlenme sebebi ve katiline dair merak uyanmasını engelliyor. 

Burada küçük bir mola veriyorum. Listenin geri kalanı bir başka post ile geliyor.

4 Mayıs 2019

Nora Bir Bebek Evi


Geçtiğimiz haftalarda Şehir Tiyatroları'nın sahnelediği Danimarkalı yazar Henrik Ibsen'in elinden çıkma "Nora Bir Bebek Evi" adlı oyunu izledim. Bu oyunu seçmemin iki sebebi vardı: 1879'da yazılmış feminist bir metindi ve oyunun çevirmenlerini ismen de olsa biliyordum. Oyunun baş kahramanı Nora, üç çocuk annesi evli bir kadın. Eşi Torvald ise yeni terfi almış bir banka müdürü. Ailenin ekonomik durumu oldukça iyi. Hem ev işlerini gören hizmetlileri, hem de çocuklarına bakan dadıları var. Nora'nın kocası başta olmak üzere çevresindekilerin gözündeki sürekli alışveriş yapan, kocasının parasını çarçur eden müsrif kadın imajına sahip. Örneğin, çocuklara aldığı Noel hediyelerini gösterdiği sahnede, kocası Nora'ya verilecek en iyi hediyenin nakit para olduğunu belirtiyor ve uzattığı parayı Nora cilveli bir şekilde kabul ediyor. Aslında Nora ve Torvald arasındaki ilişki sürekli bir cilveleşme halini taşıyor. Gerginlik, uzun sessizlik ya da çatışma yok bu ilişkide. Her daim neşeli bir Nora var. Kendisinden beklenen güzel kıyafetleriyle ortalıkta salınması, partilerde davetlileri büyüleyecek danslar etmesi ve en nihayetinde Torvald'ın koluna takılı bir süs eşyası gibi durmasıdır. "Küçük tarla kuşum" diye sever Torvald onu. Ama "tarla kuşu" ne zaman fikir belirtecek, hatta kocasıyla çelişecek olsa Torvald'ın ses tonu değişir. Hemen geri adım atar Nora. Yaptığı tek meydan okuma, kocasının yemesini yasakladığı tatlıları gizli gizli mideye indirmektir. 

Etrafındakilere sahnelediği "müsrif kadın" karakteri, aslında Nora'nın maskesidir. Torvald'ın tedavisi için aldığı ve kimselerin bilmediği yüklü miktarda bir borç ödemektedir. Müsriflik bir yana eline geçen her kuruşun hesabını yapan Nora'nın, bir başka kusuru daha bulunur: borç almak için imzada sahtecilik yapmıştır. Bir banka müdürü olarak dürüstlüğün önemini vurgulayan Torvald ile türlü dolaplar çevirmiş Nora'nın evliliği bu gizemin ağırlığına dayanabilecek midir? Ibsen'in bir arkadaşının hayatından esinlenerek yazdığı belirtilen bu oyun,  yazıldığı dönemi düşündüğümüzde bir feminist manifesto niteliği taşıyor. Nora'nın dönüşümünü irdeleyen oyun aynı zamanda kadın erkek ilişkilerine ve kadının evlilik içindeki rolüne dair pek çok sorgulama yapıyor. Yine de Nora'nın suçlandığı meseleler dikkate alındığında, daha güncel bir yorumu sahnelenebilir mi diye merak ediyor insan. Bir kadının kocasından sır saklaması kadının ahlaksızlığını tartışmaya açan bir durum değil günümüzde. Daha çetrefilli meseleler üzerinden ahlak sorgulaması ile sahnelense özellikle genç seyirciyi daha iyi yakalar diye düşünmeden edemedim. Zira oyunu birlikte izlediğim, öğretmenlerinin eşliğinde tiyatroya gelmiş liseli öğrenciler telefonlarına bakarak ne kadar sıkıldıklarını belli ettiler sürekli. 

6 Mart 2019

2019 Polisiye Reading Challenge














Özellikle Instagram ve Blogger üzerinden kitap severlerin hesaplarını takip ediyorsanız, mutlaka denk gelmişsinizdir okuma listelerine. Ben senelerdir denk gelirim, bir çoğuna da büyük bir hevesle katılırım, ama bir listeyi bile bitirdiğim henüz görülmedi. Ama o hazırlanmış listeyi elime alıp kütüphanemin karşına geçmekten, kitapları tek tek elleyip kategorilere karar vermekten büyük zevk alırım. Geçen Aralık ayında bir bir önüme düşmeye başladı birçok hesabın okuma listeleri. Çok yaratıcı, üzerinde düşünülmüş başlıklar taşıyan bu listelere bakarken birden dedim ki: ben neden bir liste yapmıyorum? Polisiye türünde okumayı sevenlerin ilgisini çekebilecek, ayrı ama bir yandan da birlikte sürdüreceğimiz, birbirimizin listesinden yeni kitaplar keşfedeceğimiz bir okuma pratiğini hayata geçirme fikrini sevdim. 

Belirlediğim kategoriler şöyle:

1. 20. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir polisiye:
Yolpalas Cinayeti - Halide Edip Adıvar

2. İstanbul'da geçen bir polisiye:
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi - Ahmet Ümit

3.  Türkçe ve İngilizce dilleri dışında bir dilde yazılmış çeviri kitap:
Happy Birthday, Turk! (orijinal dil Almanca)

4. İsminde "cinayet" sözcüğü geçen bir roman:
Nil Nehrinde Cinayet - Agatha Christie

5. Kadın bir yazarın kaleme aldığı bir polisiye:
Fener Balığı - Nuray Atacık 

6. Kuzey Avrupa (Nordik) polisiyesinden bir roman: 
Yarasa - Jo Nesbo

7. Sinema ya da televizyona uyarlanmış bir polisiye:
Mr. Kiss and Tell (Veronica Mars) - Rob Thomas

8. Son üç sene içinde yazılmış bir polisiye:
One of Us Is Lying (Birimiz Yalan Söylüyor) - Karen M. McManus

9. Bir polisiye serisinin ilk kitabı:
Buse Cinayetleri (Hop-Çiki-Yaya Serisi) - M. Murat Somer

10. Baş kahramanı kadın olan bir polisiye:
The Ice Princess - Camilla Lackberg

23 Şubat 2019

We Are Back!



Çok uzun bir aradan sonra merhaba!

Geçenlerde iki yakın arkadaşımla sohbet ediyorduk. Üçümüz de hayatımızın belirli dönemlerinde blog yazmış insanlarız. Yeniden yazmaya başlamak vs. üzerine konuşurken blogların öldüğünden, artık tüm etkileşimin görsellik üzerinden yürüdüğünden söz ettiler. Açıkçası bu ilk defa duyduğum bir mesele değil. Instagram ve Youtube'un "video killed the radio star" benzeri bir durum yaşattığının farkındayım. Kaldı ki bu yükselen yıldızları kendim de kullanıyorum. Youtube kanalım yok ama düzenli takip ettiğim kanallar mevcut. Instagram'da ise aktif kullanıcıyım ve fotoğraflara bakmayı, ışığın nasıl kullanıldığı, kompozisyonun nasıl kurulduğu gibi konulara kafa yormayı, beğendiğim hesaplardan ilham almayı ve kendi çektiğim fotoğrafları yüklemeyi seviyorum. Ama fotoğrafların altını mini blog gibi kullanmaktan hoşlandığım söylenemez. Genellikle uzun foto altı yazılarını okumuyorum çünkü Instagram kullanma sebebim görsel anlatım odaklı. Herkesin sosyal medya araçlarını kullanma şekli farklı ve benimkisi böyle. Bu yüzden fotoğrafların altına uzun captionlar yazmak içimden gelmiyor. Lakin yazı yazmayı da çok özlediğim aşikar. O yüzden bu eskimiş, arkaik, artık çoğu insanın yüzüne bakmadığı sosyal medya alanına geri dönmek istedim. 

Kemerlerinizi bağladıysanız başlıyoruz!!