27 Kasım 2021

Savcı Polisiyesi: Hatırla!


Aksiyon dolu sayfalarını hızla çevireceğiniz polisiye gerilimle birkaç saat geçirmek ister misiniz?

Su Tunç'un yazdığı Hatırla! geçtiğimiz sene Kristal Kelepçe Ödülleri sayesinde haberdar olduğum bir ilk roman. Polisiye türlerinden alışık olduğumuzun aksine, romanın başkahramanı genç bir savcı olan Ethem. Medya tarafından "Ebeveyn Katili" lakabı takılmış bir seri katili yakalamaya çalışıyor. Cinayetler seneler önce işlenmiş ama polis katilin kimliğini tespit edememiş. Seneler sonra, tam da Ethem'in Cinayet Soruşturmaları Bürosu'na atandığı dönemde benzer cinayetler işleniyor. Böylece Ethem'in kişisel hikayesi ile bağları bulunan eski soruşturma dosyası tekrar açılıyor ve ipuçlarının peşinde macera başlıyor.

Romanın hızlı gelişen, okuyanı sıkmayan bir hikaye örgüsü var. Merak unsuru iyi kotarılmış, kısa bir süre sonra kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Her şey gözünüzün önünde film izler gibi canlanıyor. Roman uzun tasvirler yerine ağırlıklı olarak diyaloglardan oluşuyor fakat kimi diyaloglar anlatılan sahnenin duygularını oluşturmaktan uzaktı. Bazı yerlerde ise oldubittiye getirildiğimi hissettim. Ayrıca hayatını bir seri katili yakalamaya adamış Ethem'in seri katillerin psikolojileri hakkında Ekin'den "ders" dinlemesi gibi anlamsızlıklar vardı. Teorik olarak yazılıp çizilmiş her şeyi bu göreve gelmeden yalayıp yutmasını beklerdim. Öte yandan dünyasına çabucak gireceğiniz, içinde kaybolacağınız ve dünya yansa elinizden bırakmayacağımız bir roman okumak isterseniz "Hatırla!" bu işi ziyadesiyle yapan kitaplardan.

Künye:
Hatırla!
Su Tunç (2020)
Doğan Kitap
348 sayfa

27 Ağustos 2021

Bir Osmanlı Polisiyesi: Divina'nın Bileziği


Türkiye Polisiye Yazarları Birliği, 2020 Kristal Kelepçe ödüllerinde Yılın Polisiye Ödülü Ayfer Kafkas'ın yazdığı Divina'nın Bileziği'ne vermişti. Kitabı, bu seneki Polisiye Challenge çerçevesinde, son bir sene içinde yayınlanmış yerli polisiye kategorisinde okudum. Romanın hem geçtiği dönemin ruhunu yansıtan, hem de gizemli hikaye kurgulayan bir anlatı ortaya koyduğunu düşünüyorum. Gerçi ben tarihçi değilim ve hikaye edilen dönemin "tarihi gerçekliği" ile ne kadar örtüştüğünü bilmiyorum. Bu "gerçeklik" mevzusu (polisiye dışındaki türler de dahil olmak üzere) tarihi anlatılarda her zaman alınan bir risk. Belki dönemi iyi bilmediğimden, belki üzerinde asıl durduğum şey bu olmadığından, belki de kitap işini iyi yaptığından, yazar beni Osmanlı döneminde geçen bir anlatı okuduğuma ikna etti. 

Hikâye, balık tutan çocukların dere kenarında bulduğu bir kadın cesedi ile başlıyor. Cesedin kimliğinin teşhisinin ardından Hafiye Eşrefzade İdris Bey'in hem bu kadının merkezinde bulunduğu büyük gizemi, hem de katilini ortaya çıkarma çabasını izliyoruz. Tanıkları sorguluyor, ipuçlarını değerlendiriyor, yardımcısı zabit Musa Bey ile istişareler ediyor. Bu cinayet kovuşturmasının arka planında ise Osmanlı bürokrasisindeki kişisel ilişkiler, siyasi yozlaşma ve savaşın yarattığı ağır toplumsal koşullar yer alıyor. Yazar, katilin kimliğini son demlere kadar başarıyla koruyor.   

Romana yönelteceğim tek eleştiri, Hafiye İdris Bey karakteri ile ilgili. Kendisi çok ama çok zeki, külyutmaz bir adam. Adeta yerli Sherlock. Yardımcısı Musa Bey ise Watson kadrosundan hikayeye dahil olmuş. Musa ipuçlarını doğru düzgün çözemezken (oysa ki Elementary, Musa!) Hafiye hiçbir zorlukla karşılaşmıyor. Ne herhangi bir çıkmaza giriyor, ne de ipuçlarını yanlış değerlendirip olmadık bir rotaya sapıyor. Her şey tıkır tıkır işliyor. Hatta öyle ki romandaki bir çok yan karakterden önemli ipuçları topluyor. Bu ipuçları ise yan karakterlerin boşboğazlıkları sebebiyle anlattıkları "gereksiz" bilgilerden elde ediliyor. Yani overlok makinası İdris Bey'in ayağına geliyor. Hatta tüm evren Hafiyenin bu cinayeti çözmesi için işbirliği yapıyor. 

Divina'nın Bileziği gizem unsurunu son safhaya kadar korumasını başaran, akıcı bir dile sahip, sürükleyici bir roman. Aynı zamanda, Hafiye Eşrefzade İdris Bey serisinin ikinci romanı. Kızıl Şebeke ismini taşıyan ilk roman, yine İnkılap Kitabevi tarafından 2019'da basılmış. Romanda ilk kitaba ufak tefek göndermeler yapılsa da hikayenin sürprizi hiçbir şekilde açık edilmediğinden bir sıralama yapmadan gönül rahatlığıyla ikinci kitabı okuyabilirsiniz. 

Künye
Ayfer Kafkas (2020)
İnkılap Kitabevi 
208 sayfa

25 Ağustos 2021

Sözde Kızlar


kadrajı yatay düzenlemem gerektiğini akıl edememişim

"Peyami Safa ile Bir Yaz" kapsamında ikinci romanı da bitirmiş bulunuyorum. Konusu kısaca şöyle: Mütareke yıllarında geçen hikayede kahramanımız Mebrure, Manisa'nın Yunanlar tarafından işgal edilmesinin ardından zor zamanlar geçirir. Babası işgal kuvvetlerince tutuklanmıştır ve akıbeti bilinmemektedir. Mebrure babasını aramak amacıyla İstanbul'a gelir ve akrabalarının Şişli'deki evinde kalmaya başlar. Konağın hanımı Nazmiye, kızı Nevin ve oğlu Behiç'tir. Bir de Rum hizmetçileri bulunur. Konaktakilerin düzenli verdiği davetler ile ağırladığı küçük bir arkadaş grubu vardır. Roman, babasının akıbetini araştıran Mebrure'nin konak sakinleri ve arkadaş grubundakilerle kurduğu ilişkileri ele alır. 

Sözde Kızlar, akademik eleştirilerde sıkça dile getirildiği üzere mutlak iyi ve mutlak kötü karakterlerin olduğu bir anlatı yapısına sahiptir. Peyami Safa, içki, müzik/dans, cinsellik gibi "Batılı" zevklere sahip İstanbullu kızların karşısına Mebrure'yi yerleştirir. Mebrure, evdekilerin aksine karşı cinse duyduğu bedensel istekleri dizginlemesini bilen bir kadındır. Üstelik Anadolulu olması onu yazarın gözünde değerli kılan bir özelliktir. Ülke siyaseti ile ilgilenir ve Batılı becerilere (piyano çalmak) sahip olmasına rağmen Batılılaşmanın sınırını çizmesini bilir (içki içmemek, bekaretini korumak). Benzer şekilde romandaki erkek karakterler de mutlak iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır. Evin genç erkeği Behiç bedensel zevklere olan düşkünlüğü ile Batılılaşmanın dozunu kaçırmış bir düşkündür, anlatıcı için adeta bir utanç kaynağıdır. Onun karşısında ise ülke dertleri ile dertlenen, "Sözde Kızları" asla tasvip etmeyen, göğsü Anadolu aşkı ile dolu faziletli iki genç erkek vardır: Nadir ve Fahri. İnşa ettiği bu zıtlıklarla yetinmeyen Peyami Safa, "Sözde Kızlar"a yaptıkları hatalar sebebiyle bedel ödetmekten geri kalmaz. Safa, romandaki en büyük cezayı anlatılan bir elim olayın kadın failine keserken, erkek faile ise daha insaflı davranır. 

Sözde Kızlar, erken Cumhuriyet döneminde özellikle kadın okurlara verilen öğütleri görmek, dönüşen toplumsal koşullar altında cinsiyet normlarının nasıl muhafaza edilmeye çalışıldığını anlamak açısından iyi bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan bugün bulunduğumuz noktadan yıllar öncesine dönüp bakmamızı mümkün kılarak hem toplumsal yapının değişime karşı direncini hem de değişimin kaçınılmazlığını hatırlamamızı kolaylaştırıyor.

1 Ağustos 2021

Davranış ve Alışkanlıklarımızı Nasıl Değiştirebiliriz?


Algoritmamı bu aralar tepetaklak ettiğimden midir bilinmez, Youtube geçtiğimiz günlerde bana bir video önerdi. Başlığı "How to Motivate Yourself to Change Your Behavior? (Davranışlarınızı Değiştirmek için Kendinizi Nasıl Motive Edebilirsiniz?)" olan bir TedEx Cambridge konuşması. Konuşmacı, University College London'da Deneysel Psikoloji alanında çalışmalar yürüten nörobilim uzmanı Dr. Tali Sharot. Doktorasını NYU'dan aldıktan sonra çeşitli kurumlarda çalışmış. Şu sıralar UCL'de Affective Brain laboratuvarın müdürlüğünü yapıyor. Kısacası, özgeçmişi sağlam ve güvenilir. Gerçi bunu TedEx Cambridge davetinden anlamak gerekirdi belki ama sağlama yapmanın zararı olmaz.

Sharot konuşmasına çok temel bir soruyla başlıyor: sizce neden felaketler kapımızı çalana kadar aksiyon almıyoruz? Mesela kişiye "Sigara içmeye devam edersen kanser olacaksın" ya da "İklim değişikliği sebebiyle ileride temiz su sıkıntısı çekeceksin" gibi cümleler kurulması, neden bu kişiyi davranışını değiştirmesi için harekete geçirmiyor? Neden uyarılara karşı bu kadar direnç gösteriyoruz?

Bunu şekilde açıklıyor Sharot: Eğer bir hayvanı korkutursanız ne tepki verir? Ya yerinde donakalır ya da oradan kaçar. Benzer bir durum insanlar için de söz konusu. Bizi korkutan bir mesajla karşılaştığımızda, beynimiz bu mesajı "çarpıtma (distort)" eğilimi gösteriyor. Bir an için korkup kendimizi kötü hissetsek de sonrasında içimizden bir ses diyor ki: "Benim dedem de çok sigara içiyordu ve 91 yaşına kadar yaşadı. Demek ki bizim genlerimiz iyi. Bana da bir şey olmaz." İleride ölümcül bir hastalığa sahip olacağımız fikri o kadar tahammül edilemez ki, beynimiz rasyonalize etme eğilimine giriyor. "Ben o yaşa gelene kadar kanserin tedavisi kesin bulunmuş olur" gibi. Kısacası, duyduğumuz olumsuz mesajları elimizden geldiğince yok sayıyoruz. Ne zamana kadar? Yok saydığımız durum başımıza gelene kadar.

Sharot, olumlu mesajlarda bunun tam tersinin yaşandığını, olumlu mesaj veren kişiye inanma eğilimimizin olumsuz fikri getirene kıyasla daha yüksek olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle duymak istediğimiz, hoşumuza giden mesajlara inanma eğilimimiz daha yüksek. Hâl böyle olunca, önümüze "gerçek fotoğraf" diye sunulan korkutucu veriler bizi harekete geçirmiyor. Çünkü beynimiz, onları çarpıtmanın, inanmamanın bir yolunu buluyor.

O zaman kaçınılmaz soru: Eğer insanların - ki buna kendimiz de dahiliz - davranışını değiştirecek şekilde motive etmek istiyorsak, ne yapmamız gerekir? Çünkü belli ki korkutmak işleyen bir strateji değil. Korkutarak değişime sebep olamıyoruz. Beynimizin çalışma şekline göre bir davranış üretsek işe yarar mı?

Sharot, davranış değişikliğini motive etmekte işe yaraması muhtemel üç prensipten bahsediyor: özendirme, hemen ödüllendirme ve gelişimin altını çizme.

Başka insanların nasıl davrandığını önemsiyoruz, o yüzden kişinin yapmasını beklediğimiz davranışı başkalarının - belki çoğunluğun - yaptığını söyleyerek kişide bir özendirme yaratabiliriz. Davranışında değişiklik göstereni hemen ödüllendirme prensibi ödülün hemen verilmesi şartını içeriyor. Bu bir "aferin" sözü, maddi bir hediye ya da bir platformda taltif edilme şeklinde gerçekleşebilir. Yeter ki ödül gecikmesin çünkü kişinin yeni davranışı bir ödülle ilişkilendirildiğinde sürekli hale gelebiliyor ve alışkanlığa dönüşüyor. Üçüncü prensip ise bireyin davranışının geliştiğinin ya da bahsedilen davranışı gerçekleştirirse gelişeceğinin altını çizmeyi içeriyor.

Sonuç olarak korku, hareketsizlik getiriyor ama kişiyi bir şey elde edeceği yönünde heyecanlandırmak onu harekete geçiriyor.

Videonun tamamını izlemek isterseniz linke tıklayabilirsiniz.

25 Temmuz 2021

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Okul kütüphanesinden aldığım kopya ve notlarım arzı endam ederken

Bu yazın ilk Peyami Safa romanını bitirmiş bulunuyorum. Sinema uyarlamasını bulmak umuduyla Youtube'da biraz dolanırken fark ettim ki kitabın ne çok incelemesi çekilmiş! Yüz sayfalık romanı dört dakikada özetleyen bir versiyonu bile var. Amacım bunca özete bir yenisi eklemek değil elbette. O yüzden kitabın konusundan kısaca bahsedip, neler düşündüğüme geçeceğim. 

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, on beş yaşındaki genç bir erkeğin hastalığı sebebiyle yaşadığı içsel yolculuğu anlatıyor. Birinci şahıs tarafından aktarılan hikayede ana karakter, annesiyle yoksul bir mahallede yaşar (muhtemelen Fatih tarafları). Uzak akrabası olan bir paşanın Erenköy'deki köşküne gidip gelir. Aralarındaki yaş farkına rağmen Paşa ile kurduğu bir dostluğu vardır. Paşanın kızı Nüzhet'e aşıktır. Aslında uzun süredir beslediği duyguların ne olduğunu yeni yeni anlamaktadır. Roman boyunca başta Nüzhet olmak üzere köşktekilerle yaşadığı kırılgan ilişkiyi, moral bozukluğunun fiziksel bir rahatsızlığı nasıl körükleyebildiğini ve "sağlam olmama" halinin insan psikolojisine yaptığı etkiyi dinleriz. 

Peyami Safa'ya yöneltilen en büyük eleştirilerden biri romanlarında modernleşme sürecindeki toplumu Doğu-Batı ikiliğine indirgeyerek ele alması, Batı'yı temsil eden karakterleri mutlak kötü ve ahlaksız olarak tasvir ederken, Doğu'yu temsil eden karakterleri mutlak doğru ve erdemli olarak çizmesidir. Bu romanda söz konusu indirgemeciliğe tam anlamıyla rastlamadım ama Safa'nın bu yöndeki düşünce yapısına dair ufak tefek ipuçları görmek mümkündü. Örneğin, Paşa ile arasının açılmasına sebep olan yemek sahnesi buna iyi bir örnek teşkil eder. Yemekte sıkı bir Fransız hayranı olan Paşa (ve Nüzhet'le evlenmek isteyen doktor Ragıp) imparatorluğun savaşa Almanya'nın müttefiki olarak katılmasının ardından sokaktaki Fransızca tabelaların -Almanlara yaranmak amacıyla- siyaha boyanmasını eleştirir. Ana karakter ise Türkçe yerine başka bir dilde tabela yazılmasına karşı çıkar. Buna karşılık Paşa ve doktor Fransızca'nın gündelik dildeki yaygın kullanımını savunur. Doktor, Türkçe'nin yetersizliğinden dolayı reçeteleri bile Fransızca yazmaktadır. Muhataplarının argümanlarını "kozmopolit," "alelade Tanzimat fikri" olarak çerçeveleyen ana karakter, Nüzhet'ten destekler bekler ama o da "Batıcıların" tarafını tutar. Üstelik yemekte Paşa öfkesine hakim olamaz ve ana karaktere hakaret eder. Ana karakterin "düşüşü" tam da bu yemekten sonra başlar.

Söz konusu Doğu-Batı meselesine dair başka vurgular da mevcuttu. Örneğin ana karakterin hastalığının ismi sürekli Fransızca telaffuz edilir ya da hastanedeki doktorlar onun anlamayacağını düşünüp kendi aralarında Fransızca konuşur. Nüzhet, Doğu-Batı ikileminde bir tarafı temsil etmekten ziyade ana karakterin duygusal durumunu etkileyen (en az hastalığı kadar kuvvetli) bir role sahip gibi görünür. Gerçi yaptığı seçimlerle bu ikilemin neresine oturacağını tahmin etmek zor değil ama romanın asıl derdi bu değildir. Peyami Safa, romanın son kısmında, tedavisi yıllarca süren hatta uzuv kaybetme tehlikesi taşıyan bir hastalığa sahip olmanın kişi üzerinde yarattığı psikolojik etkilere daha fazla odaklanır. Modernleşme tartışmalarının kıyısından dolaşan romanın esas meselesi hasta psikolojisini deşifre etmektir.   

Romandan iki alıntı:

 "Büyük bir hastalık geçirmeyenler her şeyi anladıklarını iddia edemezler."

 "Bu sefer demir parmaklıklı kapıdan bahçeye girerken, Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna            doğru, ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürken, camlı kapıların garip beyazlıkla gözlerime vuran ve içimde korku ile karışık yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize girerken, yalnız değilim." 

16 Temmuz 2021

Peyami Safa ile bir yaz...


 Herkese merhabalar,

Uzun ve yorucu bir uzaktan eğitim döneminin ardından görece düşük tempolu yaz sezonuna geçmiş bulunuyorum. Önümüzdeki dönem açacağım derslerden birinde öğrencilerle birlikte Peyami Safa'nın birkaç romanını okuyup toplumsal cinsiyet bağlamında tartışalım istiyorum. Dolayısıyla daha önce sadece Fatih-Harbiye romanını okuduğum yazarın eserlerini okumaya niyetliyim. Dedim ki, neden bunu bir "challenge" haline getirmiyorum? Daha önce Peyami Safa okumamış ya da romanlarını tekrar okumak isteyenler varsa, birlikte okuyalım mı? Belki "sezon finalini" ortak bir zoom etkinliğinde romanlar üzerine konuşarak yaparız?

Ben Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile başlayıp, Sözde Kızlar ile devam edeceğim. Okudukça listeyi güncelleme niyetindeyim.    

Yaz bitmeden tüm kitaplarını elbette okuyamam ama aralarından seçim yapacağım "roman havuzunu" aşağıya ekliyorum.

Peyami Safa ismiyle yazdığı romanları

  • Sözde Kızlar (1922)
  • Şimşek (1923)
  • Mahşer (1924)
  • Bir Akşamdı (1924)
  • Süngülerin Gölgesinde (1924)
  • Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925)
  • Canan (1925)
  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1925)
  • Fatih-Harbiye (1931)
  • Bir Tereddüdün Romanı (1933)
  • Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949)
  • Yalnızız (1951)
  • Biz İnsanlar (1959)

Server Bedi ismiyle yazdığı kitapları
  • Zıpçıktılar (1925) 
  • Ah Minel Aşk (1932)
  • Korkuyorum (1937)
  • Kızlar ve Yıldızlar (1952)
  • Son Şarkı (1953)

Server Bedi ismiyle yazdığı polisiyeler
  • Tilki Leman'ın Harikulade Maceraları 
  • Çekirge Zehra'nın Harikaları
  • Kartal İhsan'ın Maceraları
  • Cingöz Recai Serisi

3 Ocak 2021

Polisiye Challenge 2021




Açıkçası geçtiğimiz sene hazırladığım challenge listesini tamamlayamadığım için bu sene yeni bir liste oluşturmaya hevesim kalmamıştı. Sonra bir mesajlaşmamızda Seda bu duruma itiraz etti ve dedi ki, "Bu sene sayılmaz." Aslında bu seneki listeyi bitiremememin 2020 ile bir alakası yok. Asıl sebep sürekli yeni çıkan kitapları okumaya heves etmem, listeye aldığım kitapların suratına bakmamam ve okuduklarımın da listedeki kategorilere karşılık gelmemesiydi. Ama Seda'nın söylediğine hemen ikna oldum çünkü neden olmayayım. Bu vesileyle, yeni bir challenge listesi ile huzurlarınızdayım. Ben sadece başlıkları seçtim, katılmak isteyenleri kendi kitap seçimleri ile beklerim.

Hazırsanız konuya hızlı bir giriş yapalım.

Kategoriler, Kategorilerimiz:

1. Nordik/İskandinav polisiyesi: ✔
Snowdrift - Helene Tursten 

2. Son bir sene içinde yayınlanmış yerli polisiye: ✔
Ayfer Kafkas - Divina'nın Bileziği: Bir Osmanlı Polisiyesi

3. 2021'de yayınlanacak bir polisiye: 
Tuna Kiremitçi - Mezun Cinayetleri

4. Türkçe ve İngilizce dilleri dışında bir dilde yayınlanmış polisiye: 
İmre Kertész - Polisiye Bir Öykü 

5. Kadın yazarın kaleme aldığı bir polisiye: 
Janice Hallett - The Appeal

6. Yazarını ilk defa okuyacağınız bir polisiye: 
Onur Ünlü - Hesabım Var

7. İstanbul'da geçen bir polisiye: 
Su Tunç - Hatırla!

8. Kahramanı kadın olan bir polisiye:
Esmahan Aykol - Şüpheli Ölüm

9. Polisiye bir serinin ikinci romanı:
Good Girl, Bad Blood

10. Bir Agatha Christie romanı:
Belirsiz.

Başlıklar böyle. Herkes için bereketli bir sene olması dileğiyle!