3 Ocak 2012

Bana Geleceğin Resmini Çizebilir Misin Katniss?

Herkesin okuduğu, hakkında konuştuğu, 2012’de ilk filmi gösterime girecek bu üçlemeyi okumasaydım herhalde gözlerim açık giderdim. Böyle bir şeyin olmasını tabi ki istemediğimden hemen kütüphaneden istettim üç kitabı. İlk kitabı yürek çarpıntısı ve binbir heyecan içinde okuduğumdan çok kısa sürede bitirdim. İkinci kitabın ilk yarısında fazla oyalandım; bir miktar sıkıcıydı. Son kitap elimde en çok sürünen kitap oldu zira kitabın sondaki ufak bir kısmı hariç geri kalanında sıkıntıdan buhran geçirmek üzereydim. En nihayetinde bitirdim, huzura erdim, ha şimdi ölsem gözlerim kapalı mı giderim, elbette hayır ama gözümü arkada bırakacak şeylerden biri eksilmiş oldu.

Amerikalı yazar Suzanne Collins tarafından kaleme alınan Açlık Oyunları Panem isimli bir ülkede geçiyor. Capitol denen başkent ve 12 bölgeden (İngilizcesi district, Türkçe’ye nasıl çevirdiler hiçbir fikrim yok) oluşan Panem, Capitol tarafından yönetiliyor. Başlangıçta 13 bölgesi olan Panem’in 13. ve son bölgesi yaklaşık 74 yıl önce çıkan ayaklanma sonrasında yerlebir edilmiş. Epey kanlı şekilde bastırılan isyanın sonucunda ayakta kalan 12 bölge Capitol’ın tahakkümünü kabul etmiş. Capitol bu ayaklanmayı cezasız bırakmamak ve bölgelerde yaşayanlara ihanetlerini hatırlatmak amacıyla yılda bir kere Hunger Games (Açlık Oyunları) denen ölüm kalım mücadelesini organize ediyor. Kitapta kullanıldığı şekliyle “oyun” yani “game” aslında “av” anlamına geliyor. (Misal Katniss ne zaman avlanmaya gitse, avından “game” olarak bahsediyor.) Açlık oyunu denen şey de özünde katılımcıların birbirlerini “avladıkları” bir oyun. Yapılan kurayla her bölgeden yaşları 12 ile 18 arasında değişen biri kız diğeri erkek olmak üzere iki kişi belirleniyor. Kendilerine “tribute” denen bu 24 kişi (çocuk, genç demek daha doğru aslında) Capitol’a gidiyor ve kameralarla çevrili dev bir arenada, canlı yayında, ailelerinin, sevdiklerinin gözleri önünde, birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar. Epey vahşi bu oyunun tek bir galibi oluyor. Tabi ki ana karakterimiz 16 yaşındaki Katniss Everdeen bir şekilde 74. Açlık Oyunlarına seçiliyor ve hikaye başlıyor. 

Katniss madencilikle geçinen 12. bölgede annesi ve kızkardeşi Primrose ile yaşıyor. Babası yıllar önce bir maden patlamasında hayatını kaybetmiş. Bunalıma giren annesi yataklara düşünce evi geçindirme derdi küçük Katniss’in omuzlarına binmiş. 12. bölgenin yanındaki ormanlık alanda avlanarak ailesinin karnını doyurmayı başarmış Katniss.  Annesine öfkeli, kardeşine karşıysa aşırı korumacı bir tavrı var. Babasının ölümünden sonra hayatının birinci gayesi hem kendini hem de ailesini hayatta tutmayı başarmak olmuş. Aslında Açlık Oyunları’nda yaptığı şeyle gerçek hayatta yaptığı şey arasında paralellik var. İlkinde hayvan, ikincisinde insan avlaması gerekiyor. Tek fark bu. Kitabın kilit ismi Katniss. Hikaye zaten onun ağzından anlatıldığı için diğer karakterler hep bir şekilde Katniss’le ilişki içinde olan kişiler. 74. Açlık Oyunlarına Katniss’le beraber katılacak olan Peeta, Katniss’in ormana avlanmaya birlikte gittiği tek dostu Gale, Açlık Oyunları’nda Katniss ve Peeta’ya koçluk yapacak olan Haymitch ve geri kalan herkesi Katniss üzerinden tanıyıp öğreniyoruz.

Açlık Oyunları insanları sindirmek, korkutmak, ve geçmişi hep hatırlatmak için bulunan çok gaddar bir cezalandırma yöntemi. Aslında fikir düşündüğünüzde insanın kanını donduracak cinsten. Ama gelin görün ki bütün kitabı –oyunların oynandığı kısım dahil– bir bilgisayar oyunu oynanıyormuş, kimse gerçekten ölmeyecekmiş, hiçbir trajedi yaşanmayacakmış hissiyatıyla okudum. Kitabın içine girememek değil bu, zira uykusuz kalmak uğruna saatlerce okuduğum, sayfaları yırtarcasına çevirdiğim bir kitaptan söz ediyorum. Belki karakterlerin yeterince derinleşmemesi, belki yazarın anlatım şekli. Ben o gaddarlığı hissederek, dehşete düşerek okuyamadım. (Oysa Harry Potter öyle miydi? Ruhuma işlemişti o kitaplardaki hüzün ve ölümler. O kadar gerçekti benim için.)

Bazı “twistler” çok iyi ama kimi yerlerde de çok öngörülebilirdi. Negatif bir gelişme olacakmış havasında anlatılan bir olayın pozitif sonuçlanacağını daha o negatiflik içeren cümleyi okurken anlıyorsunuz. Misal, Capitol’daki eğitim sonrası oyun kurucuların (Gamemakers) Katniss’e vereceği puanın ne olacağı tartışılırkenki anlatım. Ay aceba Katniss’e ne olacak, sıfırı mı çekecek ıy bıy dediği kısımlarda gerçekten gözlerimi devirdim. Hele Katniss’in Peeta ile ilgili düşünceleri... Peeta’nın hareketlerini birazcık o da birazcık sorguladığım, “aceba?” dediğim tek yer Oyunlar sırasında kurduğu ortaklıktı. Onun dışında Katniss ne zaman Peeta ile ilgili şüpheye düşse “Katniss C’mon!” dedim içimden. Hayır madem böyle şeylerle okuyucunun aklında soru işaretleri yaratmak istiyorsun, Peeta’yı baştan bu kadar tahmini kolay, tek düze, sevgi pıtırcığı biri haline getirme. Ezberledik Peeta’yı şaşırmıyoruz sevgili Collins.

Gale son kitap dışında pek ortalarda gözükmediği için onun kişiliği ile ilgili çok az şey öğreniyoruz bu kitapta. Ama Peeta’nın o sevgili dolu, her daim kendini feda etmeye hazır naif hallerinden size de bir yerden sonra fenalık gelmedi mi? Bana geldi açıkçası. İki bencil ol, kızgın ol, sinirli ol, bu kadar enayi olma diye az söylenmedim ama Peeta hep bir sevgi kelebeği. Kitaptaki en favori karakterim Haymitch oldu. Huysuz, alkolik, süper zeki, ama geçmişten dolayı her şeyi boşvermiş Haymitch ile asi kızımız Katniss arasındaki ilişki ve diyaloglar diğer hiçbir ikili ilişkinin yerini tutmazdı kanaatimce.

Bütün öngörülebilirliklerine, yer yer tekdüze karakterlerine rağmen Açlık Oyunları kendini bir solukta okutacak türden bir kitap. Zira kitaptaki heyecanın dozu hiç azalmıyor. Serinin ikinci ve üçüncü kitapları için aynı şeyi söylemekse biraz zor.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder