11 Mart 2013

Sessiz Kadınlar - Esra Erol


Kadınların uğradığı şiddet, özellikle koca, kardeş, baba, ve/veya akraba şiddeti son yıllarda epey görünürlük kazandı. ''Şiddet görmüş kadınlar'' gazete sayfalarında, haber bültenlerinde, hatta pek çok popüler kültür ürününde de karşımıza çıkıyor. Herkesin duyarlılık göstermesi elbette sevindirici ama söz söyleyenin nasıl bir dil kullandığı ve o dille gerçekliğin nasıl inşa edildiğinin hiç mi önemi yok? Açıkçası Esra Erol'un Sessiz Kadınlar'ını okumamın tek nedeni, kitapta yer alan onüç yaşam hikayesinin ne olduğundan çok nasıl anlatıldığını görmekti. Çoğu çocuk gelin olan ve istemedikleri evliliğe zorlanan bu kadınların hikayelerinin ne tür kalıplar, kelimeler, anlatım tarzı, vs. seçilerek aktarıldığını incelemekti. 

Esra Erol, Sessiz Kadınlar ve ilk kitabı Kara Duvak'ın (2011) satışından elde edilen geliri, yine kendisinin başlattığı bir projeye, Umut Evleri'ne aktarıyor. Kadınlara ücretsiz psikolojik ve hukuksal destek sağlayan bu evler, şimdilik Fatih, Düzce ve Bolu'da bulunuyor. Kitabın gelirinin böylesine bir amaca hizmet etmesi elbette önemli ve bu konuda Esra Erol'un çalışmalarını takdir etmek boynumuzun borcu. (Tabi biz okuyucular için kitap alarak -yani tüketerek- bir şeylere faydalı olma durumu baki ama o bu yazının konusu değil.) Lakin bu ulvi hizmet, kitabın içeriğini dikkatlice incelememizi daha gerekli kılıyor. Okuyucuların -belki de sadece yardım amaçlı- alıp okuduğu, pek çok insana ulaşan bu kitabın kadınların hikayelerini aktarırken nasıl bir dil seçtiğini, bu seçilen dilin gerçekliği nasıl kurduğunu görmemiz gerekiyor. 

Yaşları yirmiyle altmış arasında değişen, çoğu çocuk gelin olan onüç kadının hayat hikayesinin anlatıldığı bu kitapla ilgili sorunlarımı kısaca sıralayayım: 

- Hayat hikayelerinin aktarımında aşırı romantikleştirilmiş bir dil kullanılmış. Bir örnek vereyim: Baba sevgisinden mahrum kalmış bir kadının çocukluğunu anlatırken ''O çok sevdiği babası bir günden bir güne başını okşayıp ''kızım'' diye baba yüreğine bastırmamış'' (sf. 12-13) gibi bir ifade kullanılmış. Üstelik her bir hikayenin girişine eklenen italik şeklinde yazılmış tanıtımlarda olayı iyice dramatikleştirmek için şiirsel bir dil kullanılmış. Bu dil beni kitap boyunca rahatsız etti. 

- Bir diğer mesele tecavüze uğramış kadınların hikayelerinin anlatımında kullanılan tecavüz detayları. Kafamızda sahneleri kurgulamanıza yarayacak kadar detay verilmiş bazılarında. Eğer amaç okuyanda dehşet hissi uyandırmaksa söyleyeyim, hayır, verilen detaylar (şuramı elledi, vs.) yaşanan dehşet duygusunu karşı tarafta uyandırmıyor. (Not: Kitaptaki tecavüzlerin büyük çoğunluğu aile içinde yaşanıyor. Hani şu pek de dillendirilmeyen, kocanın karısına tecavüzü.)

- Tecavüz anlatımında sürekli ''bedenine zorla sahip oldu'' tabiri kullanılmış. Sinirlerimi hoplatan bu tabir cinselliğin kitabın yazarı tarafından nasıl algılandığını da ortaya koymuş. Cinsellik, tecavüz sonucu gerçekleşmiş olsun olmasın, erkeğin kadına ''sahip'' olduğu bir eylem. Birinde ''zorla'', diğerinde ''gönül rızasıyla''. 

- Çocuk gelinlerin gerdek gecesi sonrası ''kadın'' olmaları mevzusu var ki o da evlere şenlik. Bu dil iki türlü sorunlu. Birincisi, kadınlığın kızlık zarıyla tanımlanması durumu var ve bu durum kadına ancak ve ancak ''bayan'' diyebilen nesiller üretiyor. İkinci durum, cinselliğin çocukluktan ''kadınlığa'' geçişi zırt diye sağlıyor oluşu. Çocuksun ama bir anda ''kadın'' oluyorsun. 

- Kitabı okurken kafamı kurcalayan bir diğer mesele de bu okuduğum hikayelerin ne amaca hizmet ettiği. Aslında uzun zamandır düşünüyorum bunu. Ben bu hikayeleri okuyunca gerçekten bir şeyler değişiyor mu diye. Şimdi isimlerini bile hatırlamadığım, kitabın sonunda hayat hikayelerini birbirine karıştırdığım bu kadınlar için ne değişti? Peki benim için değişen ne? Farkındalığım daha da arttı mı? Yoksa biraz daha mı normalleşti kadınların çocuk yaşta evlenmeleri, tecavüze uğramaları, türlü şiddetlere maruz kalmaları? Yanıtını hala bilemediğim bu soru zihnimin köşesinde durmaya devam ediyor. 

Uzun lafın kısası,  Esra Erol'un Sessiz Kadınlar'ı önemli bir amaç ile yola çıkmış: Hem sessiz kalmış bu kadınlara ses olmak, hem de kitabın geliriyle Umut Evleri'ni döndürmeye devam etmek. Lakin iyi niyetlerle çıkılan bu yolda en büyük sorunu kitabın dili oluşturuyor. Eşitsizliği dilimizde üretmeye devam ettikçe toplumda gerçekleşmesini arzuladığımız değişimi nasıl elde edeceğiz? ''Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırları'' ve bu sınırı nasıl çizdiğimize dikkat etmemiz gerekiyor.