29 Temmuz 2010

Bitirirken

İlk defa -kendime rağmen- yazabildiğim bir seyahat yazıları zincirinden sonra, ileride okumaktan, hatırlamaktan hoşlanacağımı düşündüğüm bir not yazmak istedim. Bu bloğun varoluş amacı aslen de bu. İleride dönüp baktığımda hatırlayacağım, tekrar okumaktan zevk alacağım notlar bırakmak. O zaman bunları düşünmüştün diye kendime hatırlatmak.

Florida seyahatinden çok keyif aldım ama hayatımın en güzel seyahatiydi demeyeceğim. Birlikte gittiğimiz her seyahat hep güzel oldu şimdiye kadar benim için. Bir haftalıklar da iki günlükler de... Bir de hemşiremle yaptığımız seyahatlerde çok eğlendim ben. Ya bavula sığmayan eşyalar yüzünden ya da satın almak istediği bir şeyi aldırmadığım için birbirimize girerdik genelde ama olsun. Şimdi üzerinden bunca zaman geçince o kavgaları hatırlamak bile güzel geliyor insana.

Ömrüm boyunca en çok özendiğim ve muhtemelen hep özeneceğim insanlar sırtlarına çantalarını, ellerine haritalarını alıp dünyayı gezmeye giden insanlar oldu. İnsanın bir yerlere gitmesi için paraya ihtiyacı var evet. Düşününce, herkes bir şeyler için biriktirmeye çalışıyor parasını. Bir şeyler tüketmek için. Hepimiz tüketerek yaşıyoruz bu bir gerçek. Kimi evindekilere yatırım yapıyor, kimi evlere yatırım yapıyor. Kimi de otobüs biletine, uçak koltuğuna, otel/hostel odalarına, yeni yerler keşfetmeye, yeni topraklar, kokular, tadlar bulmaya yatırıyor. İşte ben o son gruptan olan insanları seviyorum. Onları okumayı, onları dinlemeyi, onlarla tanışmayı seviyorum.

Mark Twain'in geçen gün karşıma çıkan sözüyle bitireyim en iyisi.

"Twenty years from now you will be more disappointed by the things you didn’t do than by the ones you did do. So throw off the bowlines, sail away from the safe harbor. Catch the trade winds in your sails. Explore. Dream. Discover."

Elimden geldiğince, hayat elverdiğince..

Key West, FL




Amerikan başkanlarının Key West
Truman Annex'de de Beyaz Sarayı var.

Key West'i sevdim. Hem de çok. Amerika kıtasında olup da Amerika'ya hiç benzememesinden dolayı herhalde. Küçük bir tatil kasabası burası. Farklı bir havası var. Sokaklar kaldırımda yürüyen, Vespaları ile gezen insanlarla dolu. Şehir merkezinde her yer yürüme mesafesinde. Duval St. şehrin en cıvıl cıvıl caddesi. Bir sürü restoran, cafe, bar, hediyelik eşya dükkanı, giyim dükkanı ve sanat atölyeleri toplanmış üzerinde. Key West'in Miami'den tek farkı hayat 24 saat akmıyor burada. Sabaha kadar açık barlar, restoranlar var ama bir kısmı daha saat 8 olmadan indiriveriyorlar kepenklerini. İki gece kalırız diye çıktık yola ama çok beğenince bir gece daha kalmaya karar verdik.

Denize girilecek birkaç plajı var ama biz kaldığımız iki otel sahibine de sorduk, ikisi de "biz kendimiz de buraya gidiyoruz" diyerek Fort Zachary Taylor State Park'a yönlendirdiler bizi. Parka girdikten sonra yol üçe ayrılıyor. İlk yol Fort Zachary Taylor'a, yani kaleye gidiyor. İkinci yol günbatımı izlemeye ve balık tutmaya ayrılan yere gidiyor. Üçüncü ve son yol ise plajın otoparkına gidiyor. Otoparktan plaja yürürken ormanlık bir alanın içinden geçiyorsunuz. Etrafta bir sürü piknik masası var. Denizi epey taşlı. Plajın en sağındaki koyun orada taş miktarı nispeten daha az. Deniz çok güzel. Duru, mavi, sakin bir su. Denizde, kıyıya yakın üç tane küçük kayalık var. Kayaların dibinde birbirinden güzel okyanus balıkları yaşıyor. Kayalıklardan birinde öyle güzel bir nokta bulmuştum ki, ben suyun içinde kayanın üzerinde oturuyordum, yanımdan sergeant major başta olmak üzere farklı renk ve desende balıklar geçiyordu. Tabi ki yine balık diye deli olduk ve gözümüzde gözlük birlikte kayaların etrafında tur attık.

Sunset

Farewell to Sun

Key West'in bir özelliği güneşin denizden batması. Mallory Square'de her günbatımı insanlar toplanıyor ve güneşin batışını bekliyor. Gerçi Mallory Sq.'in tam karşısına küçük bir ada denk geldiği için güneşin denizden batışını göremiyorsunuz. Ama gökyüzünün ve denizin büründüğü renkler harikulade. Etrafta gösteri yapan insanlar, onların çevresinde de geniş kalabalıklar oluyor. O kalabalık sonra nereye gidiyor bilmiyorum ama güneş battıktan sonra ortalık tenhalaşıyor, o insan selinin yerinde yeller esiyor, geriye oturmuş denizi izleyen tek tük birileri kalıyor.

Key West sadece denize gidelim, serilelim, güneşlenelim mekanı değil. Miami biraz öyle bir yer ama Key West'te deniz dışında ilgi çekici şeyler de var. Mesela Mallory Sq. civarındaki Key West Museum of Art and History. Biz bu müzeyi gezmeye niyetlendiğimizde sahilden akın akın insan geldiğini fark ettik. O sabah yanaşan cruise gemisiden inen insanlar sahili yalayıp yutan dalgalar misali sehrin icine akın ettiler. Bir müzeyi çok kalabalıkken gezmek pek zevk alınacak bir durum değil. Neyse ki kalabalık müzenin içine henüz akmaya başlamışken biz çıkış çizgisine varmıştık. Müzeye gelince: Eski (ve çok güzel) Key West gümrük binasında bulunan müzenin giriş katında heykeltraş Seward Johnson'ın sergisi Icons bulunuyor. Johnson ikonlaştığını düşündüğü tabloların ve fotoğrafların heykelini yapmış.






Müzenin ikinci katı daha çok Key West'in tarihini anlatmaya yönelik hazırlanmış. Key West'li sanatçı Mario Sanchez'in önce tahtayı oyup ardından boyayarak hazırladığı tabloların (wood paintings) sergilendiği bir oda var. (Mario Sanchez'in babası sigara fabrikasında tütün saran işçilere kitap ve gazete okuyarak geçimini sağlarmış. Bana epey ilginç gelmişti.)



Küba'ya yerleşmeden önce bir müddet Key West'te yaşamış Ernest Hemingway'in hayat hikayesinin anlatıldığı ve eşyalarının sergilendiği bir bölüm de var.



Johnson'ın müzenin bahçesine yerleştirilmiş pek çok heykeli de var. Müzenin girişinde devasa boyuttaki bu heykel heybetinden midir bilmiyorum ama epey etkileyici.





Heminway'in 907 Whitehead Street'teki evi görülmesi gereken bir diğer müze. Ben genişliği, bahçeye bakan/açılan ve tavandan yere kadar uzanan pencere/kapılarıyla oturma odasına vurulmuştum ki üst katı, özellikle evin üç tarafını dolaşan yeşil tahtalı balkonunu görünce iyice hayran kaldım. Bir de Hemingway'in kedilerinin soyundan geldiği iddia edilen kırk küsur kedi var bahçede.



Alert

Hemingway'in evinin tam karşısında Key West Denizfeneri var. Denizfenerinin en üst katına çıkıp Key West manzarası izlenebiliyormuş. Biz yapmadık. Açıkçası tepeden öyle ahım şahım güzel bir manzarası olan bir yer değil Key West. Dümdüz bir kasabacık. Sokaklarında dolaşmak tepeden bakmaktan çok daha keyifli olmalı.

Hemingway'in evinden birkaç sokak ötede Key West'in meşhur Southernmost Point - Continental USA - 90 Miles to Cuba yazan işareti bulunuyor. Epey kuyruk oluyor fotoğraf çektirmek için. Biz oradayken ısrarcı bir aile yok dikey çekin, hadi bir de yatay çekin, hadi bir de çocuklarımla çekin, hadi bir de kaynanam vs. ile çekin diye diye bekleyenlere kan kusturdu. Erken bir saatte gitmekte fayda var.



Key West'in gece hayatı çok canlı. Hemingway'in takıldığı Sloppy Joe's Bar her daim kalabalık. Ama bizim favorimiz Irish Kevin's Bar oldu. Hem canlı müzik var, hem çalınan şarkılar çok güzel, hem de "aman için içtikte için" diye insanı sıkıştırmıyorlar.

27 Temmuz 2010

Bahia Honda Key, FL



22
Bulutlara yolculuk

US1 Overseas Highway
Florida adalarını birbirine bağlayan "otoban"ın adı. Otoban dediğime bakmayın, tek yön gidiş-gelişi olan bir yoldan bahsediyorum. Adaları birbirine bağlayan bir sürü köprüden geçiyorsunuz. (Overseas kısmı burası) En uzunu 7 mil uzunluğundaki Seven Mile Bridge. 1982'de inşa edilen ve yaklaşık 11 km uzunluğundaki bu köprü Knight's Key ve Little Duck Key'i birbirine bağlıyor. Yeni köprünün hemen yanında eski köprü duruyor. Bu eski köprü Henry Flagler tarafından (bu ismi Florida'da çok sık duyuyorsunuz) 1909-12 arasında yaptırılan Florida demiryolunun önemli bir parçasını oluşturuyormuş bir zamanlar. Karayolu yapılana kadar (yaklaşık 70 sene) insanların kara üzerinden tek ulaşımı tren yolu olmuş.



Köprünün bitiminde Bahia Honda Key'e geçiyorsunuz ve karşınızda Bahia Honda State Park! Burada da snorkelling turları düzenleniyor, tekneler sizi alıp mercan kayalıklarına götürüyor ama bizim tek derdimiz -bahsedildiği kadar güzel olacağını umduğumuz- denizde yüzmek, Dünya Kupası finali başlamadan da gitmekti.

29

2-3 saatimiz vardı, önce biraz çevreyi turladık, karnımızı doyurduk, sonra da plajın yolunu tuttuk. Bahia Honda State Park'ta 3 plaj olduğunu okumuştum ama sadece 2 tanesini görebildim. İlki US1 yoluna bakan Calusa Beach, ikincisi Atlantiğin kıyısındaki Sandspur Beach. Calusa'da biraz dolanıp, fotoğraf çektikten sonra Sandspur'un yolunu tuttuk.

36
Calusa

Bahia Honda State Park
Sandspur plajına giderken

Sandspur tek kelimeyle muhteşem! Kumsalı bembeyaz, kumu yumuşacık, denizi turkuaz mavisi, sakin, gökyüzünde martılar.. O denizde ne kadar kaldığımızı hatırlamıyorum. Maske-snorkel yüzümüzde yine balık kovalıyorduk, birden yağmur başladı. Önce ne yapsak, denizde mi kalsak diye düşündük. Nasılsa yağıp geçecekti. Sonra baktık bizim kumsaldaki eşyalar ıslanma tehlikesi altında çıkmaya karar verdik. İyi de o nasıl bir yağmurdu öyle! Her damla canımı acıtıyordu. Koştura koştura çıktık (denizde ne kadar koşulabilirse tabi). Otoparkla kumsal arasında üstü kapalı, yanları açık, piknik masalarının olduğu bir yer vardı, diğer insanlar gibi onun altına sığındık. 15 dakika kadar bekledik herhalde onun altında. Sonra yağmur hafifledi, bir müddet sonra da durdu. Baktık maç saati yaklaşıyor, bize müsade deyip eşyaları arabaya taşımaya başladık. (Aslında bana kalsa maç filan izlemezdim, hatta salla gitmeyelim bile dedim ama bizim çocuk pek oralı olmadı).

46

Parktan çıkınca Park'taki görevlilere göre 10 dakika mesafedeki No Name Pub'ı aramaya başladık. Epey bir uğraştık bulmak için. Ara sokaklara girdik, kocaman ve güzel evlerin önünden geçtik. Big Pine Key'de aynı zamanda Deer Refuge Center bulunuyor. Her yerde aracınızı yavaş sürün işaretleri asılı. Birden karşımıza bir ceylan çıktı. Ona bakalım derken de No Name Pub'ı bulduk. Tamamen tesadüf. Burayı fellik fellik aramamızın nedeni kitapta ismi geçen tek barın burası olması ve "dünya kupası finali izlenmese bile her barda televizyon vardır" mantığıydı. Pub'ın tepesine astıkları tabelada "No Name Pub, You Found It" yazıyordu. Kendileri de farkındaydı yani ne abuk subuk bir yere dükkan açtıklarının. Barda bir adet televizyon vardı ve tabi ki finali izleyen eden yoktu. Neyse rica ettik, kanalı değiştirdiler. No Name Pub'ın bir özelliği barın tavanının ve duvarlarının 1 dolar banknotları ile kaplı olması. Kim nasıl başlatmış bu geleneği bilmiyorum ama her ziyarete gelen 1 dolar yapıştırmış duvara. 50 binle 70 bin arası banknot varmış dediklerine göre. Hepsinin de üzeri boyalı, yazılı, rengarenk. Geleneğe uyduk, biz de üzerinde isimlerimizin yazdığı bir banknot astık duvara. Bu aşağıdaki banknot Key West'teki Irish Kevin's Bar'dan birilerine ait.

49

Maçın iki devresine zor dayandık. Bitti bitecek derken iş uzatmalara kalınca daha fazla dayanamayıp ayrıldık ordan. Çok uzun bir yolumuz kalmamıştı ama bir an önce Key West'e varmak istiyorduk artık.

26 Temmuz 2010

Key Largo, FL





Key Largo, güneybatıya doğru kıvrılan Florida takımadalarının ilki. Miami'ye en yakın olan ada. Lonely Planet'ı hatmederken bu bölgede mercan kayalıkları bulunduğunu, John Pennekamp State Park'tan scuba diving ve snorkelling turları düzenlendiğini okumuştum. Suyun altına dalmak nefesimi tutup 10 bilemedin 15 saniye kadar denizin içinden yüzmek demek benim için. Sırtına tüp takmak, beline ağırlık bağlamak, bilmemkaç metre derinlere inmek gibi şeylerle hiç işim olmadı bugüne değin. Kitapta mercan kayalıklarını, burada yüzen okyanus balıklarını ve denizin altına yerleştirilmiş İsa heykelini snorkelle de görebileceğimizi okuyunca iştahım kabardı ve bu sualtı parkını plana dahil ettik.

John Pennekamp US1 Overseas Highway'de güney yönüne doğru giderken sol tarafta kalıyor. Ufak bir plajı var. Denizin girişi biraz taşlı. Snorkel ve maskenizle yüzmenizi tavsiye ederim çünkü denizin derinleştiği yerde batık bir gemi var. Park'ın en önemli olayı mercan kayalıklarına düzenlenen turlar. Sabah saat 9, öğlen 12 ve öğleden sonra 3 olmak üzere günde üç sefer düzenleniyor. Her tur saatinde (benim sayabildiğim) 4 tekne yolcu alıp kalkıyor. Yani turlarda yer bulamamak gibi bir durum pek söz konusu değil. Tekneler epey büyük.

Teknede 2 görevli vardı. İkisi de esprili amcalardı. Tekneye binerken herkese can yeleği dağıttılar ve yeleksiz suya giremeyeceğimizi söylediler. Bir tanesi "Aranızda iyi yüzücü olmayan var mı?" diye sordu. Kimse parmak kaldırmadı tabi. Bunun üzerine "Birazdan anlayacağız kim iyi yüzücü kim değil" dedi gülerek. Kıyıdan 5-6 mil açıldık. Akıntıya karşı yüzeceğimizi anlattılar. (Burada vurgulanması gereken bir nokta, paletler. Paletsiz o güçlü akıntıya karşı yüzmek neredeyse imkansız olurdu) Görevlilerden biri kimsenin tek başına yüzmesine izin vermeyeceklerini, herkesin eşli yüzmesi gerektiğini söyledi. Mercan kayalıklarına basmanın, dokunmanın yasak olduğunu anlattılar. (Tur bitiminde kayalıklar nedeniyle kimseye bağırmak zorunda kalmadıkları için bize teşekkür ettiler. Çok iyi bir ekipmişiz!)





Bütün bu uyarı bilgilerini dinledikten sonra maskeyi-snorkeli geçirdik kafamıza, paletleri taktık ayağımıza, kendimizi bıraktık suya. İlk başta bir tekne dolusu insanla aynı yöne aynı anda yüzmeye çalışmak hiç hoşuma gitmedi. Herkes Christ of the Abyss heykeline doğru yüzmeye başladı. Tekneden çok uzakta değildi heykel. Daha önce fotoğraflarını görmüş, sualtı videosunu izlemiştim ama kendisi ile karşılaşmak farklı bir şeymiş. Siz tam tepesinde maske ile yüzerken aşağıda kollarını yukarı doğru uzatmış, iki yana açmış bir heykel, kimin heykeli olduğu çok da önemli değil bu noktada, epey etkileyeci bir görüntü oluşturuyor. Heykelin çevresinde biraz vakit geçirdikten sonra mercan kayalıklarına doğru yüzdük bizim çocukla. Altımızdan binbir çeşit balık geçti. Hiç balık ismi bilmediğimiz için (Key West'te gördüğüm her balığın ismini bıkmadan sabırla söyleyen Amerikalı amca ile de karşılaşmamıştım henüz) suyun yüzeyinde tasvire dayalı konuşmalar oluyordu:

- Bir balık gördüm bööyle alt kısmı turuncu, üst kısmı kahverengi, sen de gördün mü?

Bu arada teknede sıkı sıkı tembihlediler heykelin ellerinden başka bir yerine dokunmayın diye. Adını anlayamadığım bir canlı sarmış üzerini. Görevli şöyle dedi hatta: "If you touch it, you'll have your own religious experience". Ben dokunmaya hiç niyetli değildim zaten ama biraz yakından bakayım diye dalacak oldum, kulaklarım basınçtan patlayacak gibi oldu. Meğerse vücuttaki basıncı eşitlemenin bir taktiği varmış. Sonradan öğrendim.



Tekneye çıkınca öğrendik ki bir kısım insan barracuda görmüş. Biz birbirimize bakıp "barracuda ne yahu" bakışı attık bunu duyunca. Sonra odaya dönünce internette baktım, öğrendim. Barracuda mercan kayalıklarında beslenen yırtıcı bir balıkmış. İnsanlara çok nadir saldırırmış ama yaralar ölümcül olmazmış. Bir daha rastlarsam tanırım ve olay mahalinden hızla kaçarım artık.

Tur 2.5 saat sürüyor gitmesi gelmesi toplam 1 saat, geri kalan 1.5 saatte de yüzüyorsunuz. O balık senin bu balık benim derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Teknede dönüş yolunda görevli amcalardan birisi kampta dalış eğitimi verdiklerini söyledi ve "Balıklarla göz göze gelmek inanın çok daha keyifli" dedi. Sonra Key West'in sığ kayalıklarında snorkel ve maskeyle yüzerken balıklarla göz göze gelince bahsettiği şeyin ne olduğunu anladım. Gözünüzün önünden süzülerek geçen bir balığı izlemek tarifi zor bir duygu. Sizi görmesine rağmen kaçmadan burnunuzun dibine kadar sokulması, sanki akvaryuma başınızı sokmuşssunuz hissiyatı... Dediğim gibi tarifi zor.. Denizin altındaki yaşam büyüleyici güzellikte. Sadece bu kadarını diyeyim.

O gece Key Largo'da kalıp (Key Largo'da hiçbir şey yok bu arada. Hayat yok. Şehir merkezi gibi birşey bile yok. Genelde her sabah tekne ile dalışa gidenler ya da bizim gibi yol üstünde bir gece konaklayanlar tercih ediyor) ertesi gün Key West'e doğru yola çıktık. Planımıza göre önce Bahia Honda State Park'a uğrayacak (LP'de çok güzel kumsalı var diye yazıyordu) ardından Dünya Kupası finalini izlemek için bir barda duracak, akşamüzeri de Key West'e varacaktık.

Not: Görsellerin hiçbiri bana ait değildir.
Not 2: Son görseldeki balıkların adı Sergeant Major. Adını öğrendiğim ilk balık türü onlar oldu.

25 Temmuz 2010

South Beach, FL



Bir haftanızı South Beach'te geçirecekseniz araba kiralamanıza hiç gerek yok, bir taksiye atlayıp otelin yolunu tutun ama bizim gibi 100 küsür mil yol yapacaksanız (gidiş dönüş 300 mil civarı) evet bir araba lazım. Miami havaalanında bütün araba kiralama şirketlerini bir araya toplamışlar. Havaalanından geçen bir shuttle'a biniyorsunuz, o sizi şirketlerin bulunduğu binaya getiriyor. Arabanızı alıp çıkıyorsunuz havaalanından. Eğer daha önce ABD'de hiç araba kullanmadıysanız, yol çıkışlarına vs. hiç aşinalığınız yoksa, ya da yanınızda GPS'i olan bir telefon -Iphone, Blackberry, vs.- bulunmuyorsa bir GPS aleti kiralamak elzem.

Bizim yanımızda hem telefon vardı, hem de havaalanından otele nasıl gideceğimize Googlemaps'ten bakmıştık. Hatta bakmakla kalmayıp çıktısını almıştık. Türkiye'de ne kadar işe yarıyor, ne kadar kullanılıyor bilmiyorum ama Googlemaps burada bizim hayatımızda önemli bir yer teşkil ediyor. Sadece şehir dışına gitmek için de değil. Manhattan'da gidilecek bir yer için bile kullanıyorum. Hangi trenle gidicem, kaçta aktarma yapıcam, vs. gibi şeyleri zırt diye görüyorum. Hayat kurtarıcı bir şey.

Biz aldık arabayı, elimizde çıktılarımız, düştük yola. Havaalanından Miami South Beach'e gitmek çok kolay, yarım saat bile sürmüyor. Miami Beach aslında ayrı bir şehir. İnce, uzun bir ada. Upuzun bir kumsalı var. En hareketli kısmı güney kısmı. Ocean Drive üzerinde sıralanmış otellerin bulunduğu kaldırım her daim kalabalık. Ocean Drive'ın bir paraleli Collins Avenue yan yana dizili sürüyle otelle dolu. Otellerin çoğu Türkiye'deki pansiyona denk gelecek kıvamdalar. Bizim kaldığımız iki otel de öyleydi. Kalite anlamında çok bir beklentimiz olmadan gittik, o yüzden sanırım fazla hayal kırıklığına uğramadık.

Lonely Planet gidilecek birkaç müze sıralamıştı ama South Beach'te sadece sahilde ve sokaklarda zaman geçirdik. Kapalı hiçbir mekana girmedik (restoranlar hariç).

South Beach'le ilgili ufak bilgiler:

* Upuzun kumsalı, bembeyaz kumu, turkuaz mavisi bir denizi var. Kum/kumsal kısmı doğal güzellik değil. Zamanında ithal ettikleri beyaz kumu yığmışlar sahile. Bir nevi bu plajı kendileri yapmışlar. İyi de etmişler aslında.

Footprints

* Akşamüzeri denizin üzeri yosun doluyor. Deniz epey sığ. Bayağı bir yürümek gerekiyor ki derinleşsin.

* Eğer uykunuza kıyabilirseniz bir sabahınızı güneşin doğuşunu izlemeye ayırın derim. Biz bir inatlaşma sonucu gittik. (Bizim çocuk uykucu olduğumu bildiği için "sen kalkamazsın" diyerek damarıma bastı. Neticesinde saati kurdum ve inadımdan kalktım) Güneş denizden doğuyor. Onun süzüle süzüle denizin üzerinde yükselişini izlemek bir başka güzelmiş.

Sunrise


* İlk gün kendimize bir deniz şemsiyesi satın aldık. Bizi bir hafta idare edecek uyduruk bir şey. Onun altında bile oturmaya dayanamıyordum ben sıcaklık yüzünden. Nerdeyse suyun içinden hiç çıkmadım. Bir de su öyle kendinizi atınca serinleyebileceğiniz bir su değil. Ilık bir su.


South Beach

* Ben yüzmekten yorulunca sırt üstü yatar, kulaklarımı suya sokar, gözlerimi gökyüzüne dikerim. Kollarımı iki yana açar, ya da bazen ellerimi başımın altında birleştirir (o zaman boynum ağrımaz) öyle yatarım. Denizi dinlerim. O kadar ilginç sesler gelir ki denizin altından. Üstteki seslerden daha güzeldir ayrıca. Bir keresinde yine böyle uzanmış denizi dinlerken üzerimden martılar uçtu. Nefis bir görüntüydü. South Beach denizi dinlemek için ideal sahillerden. Deniz -rüzgar yoksa- çok durgun olduğu için melül melül yatarken suratınızı yalayacak bir dalga çıkagelmiyor uzaklardan.

* South Beach'in Ocean Drive kadar hareketli bir sokağı daha var: Lincoln Road. Araç trafiğine kapalı bu sokak kafeler, restoranlar, dükkanlarla dolu. Burada tavsiye edeceğim bir yer Pizza Rustica. Tadı ev yapımı pizzalara benziyor. Dikdörtgen şeklinde kesilmiş geliyor pizzalar ve de fiyatlar ucuz. (Bizim çocuk olsa "fiyat-performans bakımından gayet uygun" der. Kendisi her Apple ürününü bu argümanla reddediyor zira.) Tavsiye edeceğim bir diğer yer Ghirardelli. Aslen İtalyan olan Domenico Ghirardelli'nin Peru'dan Amerika'ya taşıdığı çikolatalarının South Beach'teki adresi burası. Kafesinde oturmanıza gerek yok, külahta dondurmanızı alıp Lincoln Rd.'da turlamaya devam edebilirsiniz. Yalnız bir uyarı: Dondurmalar devasa büyüklüğünde.

* South Beach'te bir diğer hareketli yer Washington Avenue. Collins Avenue'nun paralelindeki bu caddede restoranlar, gece kulüpleri, dükkanlar vs. bulunuyor. Pizza Rustica'nın burada da bir şubesi var.

* "O kadar geldik, Küba mutfağından bir şeyler yemeden dönmek olmaz" diyorsanız iki tavsiye: Birincisi South Beach'teki David's Cafe. Collins Avenu üzerinde. İkincisi ise Miami'nin Little Havana bölgesindeki Islas Canarias.

* South Beach'te araba bir sorun çünkü park edecek yer bulmak tam bir dert. Birçok otel paralı vale servisi sunuyor. Ama onlar biraz pahalıya park ediyorlar. Hem Collins hem de Washington Avenue üzerinde otoparklar mevcut. Gidip pazarlık yaparsanız uygun bir fiyat kopartıyorsunuz.

İki gecelik South Beach konaklamasından sonra arabaya atladık ve Key Largo'nun yolunu tuttuk. Aslında yapacak hiçbir şeyin olmadığı Key Largo'da bir gece kalacak olmamızın tek bir nedeni vardı: John Pennekamp Coral Reef State Park'ta snorkel turuna katılmak!

Güneye Giderken

İki yıldır deniz tatili yapamıyorduk bu yüzden bu kış kafaya koydum, mutlaka bir deniz tatili yapacağız. Yeri önemli değil. New York'un dalgasından yüzülemeyen, soğuk, karanlık dipli korkunç denizine benzemesin de neresi olursa olsundu. Kurulmuş bir sürü hayal. Ben 2 haftalık road trip yapacağımız ve her gördüğümüz kıyıda, koyda durup denize gireceğimiz Pasifik kıyısında bir tatil hayal etmiştim en çok ama olmadı. "Nereye gitsek" sorusuna nihai bir karar vermeye çalışırken Elçümüm'ün bir telefon konuşmasında "Biz Ağustos'ta Miami'ye gidiyoruz" demesi epey etkili oldu. Geçen sene de başka arkadaşlarımız arabayla Key West'e kadar gitmişler, epey beğenerek dönmüşlerdi.

Biz de rotamızı güneye çevirdik.

İlk plan sahil kenarında bir otele gidip bir haftayı orada geçirmekti ama benim içimdeki kurtlar buna izin vermedi. Florida Keys'i de görelim dedik. Hemen bir önceki Florida gezisinden yadigar Lonely Planet kitabımı açtım ve nerelere gidilmeli, neler yapılmalı, nereler görülmeli gibi ufak bir liste, bu liste neticesinde de bir plan yaptım. İlk iki gece Miami South Beach'te kalacak, üçüncü gece Key Largo'da konaklayacak, dört ve beşinci geceler Key West'te kalacaktık. Son iki gece içinse otel ayarlamadık. Gittiğimizde karar veririz diyerek bu şarkıyla çıktık yola...